TOPLUM VE BİREY SOSYALLEŞMESİ

Aziz dostlar, insanoğlunun dünyadaki yaptığı ilerlemeler, gelişmeler ve dünyada neden olduğu değişimler büyük ölçüde hem başkalarıyla birlikte  olma isteği hem   de çok  sayıda  insanla değişik  şekillerde etkileşime   girmesinden   kaynaklanmaktadır. İnsanoğlunun hayattaki belki de en önemli başarısı güçlü ve  dengeli bir  sosyalleşmeye ulaşabilmesidir. İnsanın sosyalleşmesi çok karmaşık bir süreçtir. İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek ve tabiat karşısında güçsüzlüğünün üstesinden gelebilmek için toplu halde yaşamak zorundadır. Toplu halde tabiatla mücadele ederken hem kendini, hem de tabiatı değiştirir. Birey yaşadığı toplumda hem saygınlık kazanmaya,  hem de kendi yerini belirlemeye ihtiyaç duyar. Bireyin sosyalleşmesi de bu ihtiyaçların karşılanmasına bağlıdır. Sosyal   (social)  kelimesi,  Fransızca’dan  uyarlanmış   olduğu   için   Latin   kökenli   dillerdeki etimolojik   açılımına  bakmak   gerekir.   Bir   sıfat   olarak   sosyal   kelimesi   14.  yy.  orta  dönem Fransızca’sında “arkadaşlık,  hoşgörü” ile anlatılmış  ve “müttefik,  ortak” anlamında  kullanılmıştır. Kelimenin kökünün Latince’deki “socialis” kelimesinden geldiği ve “birleşmiş, başkaları ile yaşam”anlamında   kullanıldığı   ortaya   çıkmaktadır.   Yine  Latince’deki   “Socius”  kelimesi  ile  bir  bağı  söz

konusudur.   Socius,   “yoldaş,   takip   eden”   manasına   gelmektedir.   Kök  aslında   “Sequi”ye   dikkat çekmektedir. Sequi kelimesi ise “Sequel” kelimesindekine benzer bir anlamdadır ve “takip etmek” demektir. “Başkaları  ile birlikte  yaşamak ya  da  başkaları  ile  birlikte yaşamayı  sevmek,  arkadaşça ilişkiler içerisinde bulunmak” şeklindeki anlamı ile ilk kullanım 1729’da kayıtlara geçmiştir. Bir isim olarak   sosyal   kelimesi   ise   “arkadaşça   toplanma”   anlamında   ilk   defa   1870   yılında   kullanılmıştır. Sosyalleşme,  insanı sosyal sistemin üyesi haline getiren süreçtir. Sosyologlar  sosyalleşmeyi çeşitli şekilde tarif etmektedirler. Linton (1974), yeni doğmuş çocukların medeniyetsiz yaratıklar, cahil hayvanlar  halinden   bir   sosyal   sistemin   insan   üyeleri   haline   gelişlerinin   sosyalleşme   sayesinde olduğunu belirtir. Dollard’a göre sosyalleşme, yeni bir kişinin gruba eklenmesini ve toplumun kendi yaş   ve   cinsindeki   kişiden  beklediği   şeyleri   yerine   getirir   bir  birey   olmasını   sağlayan   süreçtir. Yukarıdaki şekilde belirtilen sosyalleşme  terimi 1930’lardan  itibaren  önem kazanmaya  başlamıştır. Sosyalleşme, toplum bilimin ve sosyal psikolojinin bir kavramı olarak, belirli bir kültürel ve toplumsal yapının içinde bireylerin geçirdiği en genel süreçtir. Bu süreçte toplumun manevi yapısını oluşturan  tutum, davranış, bilgi, görgü ve hukuk normlarını kapsayan, bireyin varoluşunun zorunlu şartlarını düzenleyen bir süreçtir. Sosyalleşme kavram olarak bazı  kaynaklarda “bireylerin, çocukluklarından toplumda belirli bir eğitim ve kültür  sahibi insan  olarak  yaşamlarını sürdürmelerini sağlayancıya, toplumsal hayata fiilen  katılıncaya   kadar   geçirdikleri   bir   süreç”   olarak   tanımladıktan   sonra   “toplumsal   kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan, ailede başlayıp diğer birincil ve ikincil gruplar yoluyla devam  eden, fertlerin içine doğdukları toplumun adet, gelenek din, değer, bilgi ve becerilerini kazanmalarını içeren bir süreç” açıklaması getiriliyor.

Sosyalleşme,   bireyin   bir  anlamda   yaşadığı  kültürü  ve   dolaylı  olarak   bu   kültürle  ilişkili   diğer kültürleri öğrenmesi olarak anlatmaktadır. Bir diğer anlamıyla sosyalleşme, kişinin grubun kural ve değerlerine uymayı öğrenmesi, bu değerler düzenini benimsemesidir.  Sosyalleşmeyi insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesi olarak ifade edilmiştir. Yani ailesinin, akraba ve komşuluk çevresinin, kent ve köyünün ve sonunda ulusunun bir  parçası  olduğunu   öğrenmesidir.  Büyümekte  olan   çocuk   çevresiyle   etkileşimi   sonucunda   çevresindekilere benzer  davranışlar  geliştirecektir. Böylece  tek  tek kişiler  yerine toplumun  üyeleri olan, birbirlerinden farklı oldukları gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösteren toplumsal bireyler haline geleceklerdir.  Yaşamın başında görülen ilk sosyal davranış bebeklerin annelerine olan bağlılığıdır. Bağlılığın uyum sağlama yönünde büyük değeri vardır. Büyüyen bebekler ise anneye bu şekilde bağlı kalamaz ve çevrelerini araştırmak için ondan koparlar. Anlaşılacağı üzere ilk sosyal davranışın gelişim öyküsü anneye bağlılık  ve ondan  kopma  şeklinde başla. Yani  çocuklar  büyüdükçe diğer insanlarla karşılaşır ve onlarla olumlu ilişkiler kurarlar. Bireyin bütün yaşamı çevresine uyum sağlama  çabası içinde geçer, bu uyum çabası doğumdan başlayarak bir gelişim gösterir.

Birey  sosyalleşme   sürecinde   bir   yandan   toplumla   uyum   içinde   yaşamak   için   toplumsal   kuralları benimseyerek   öteki   bireylere  benzerken, diğer yandan   doğuştan   getirdiği   gizil güçlerinin temeli üzerinde onu  diğer bireylerden ayıran kişilik  niteliklerini kazanır  ve geliştirir.  Bu sürece “bireyin sosyalleşmesi” ya da “sosyal gelişme” adı verilir. Sosyalleşme kavramını ilk kullanan E. Durkheim’dır.  Durkheim  sosyalleşme kavramını  “yetişkin  kuşakların, yetişmekte  olan  kuşakları sosyalleştirmesi,  toplumsal hayata  alıştırması, ruhsal, zihinsel ve ahlaki yönden yetiştirmesi” olarak açıklamıştır. Çocuk büyüdükçe birçok sosyal ve psikolojik ihtiyaçları ortaya çıkar. İnsanoğlu diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı içerisindedir. Sosyal gelişme de kişinin kendi yaşadığı toplum tarafından kabul edilebilir bir biçimde davranmayı öğrenme sürecidir. Sosyalleşme kavramı; geniş bir davranış ve oluşum alanını içerir. Sosyalleşme   en  başarılı   şekliyle  insan   organizmasının  acizlik,   çaresizlik  ve   tam  bir   bencillikle  nitelenen bebeklik çağından, bağımsız bir yaratıcılıkla   nitelenen   yetişkinlik dönemine geçmesiyle  sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işidir. Çocuk   açısından   sosyalleşme,   bir   “öğrenme”   ve   “öğretme”  sürecidir.   Sosyalleşme   süreci içerisinde çocuk aile, okul, toplumsal çevre ve kitle iletişim araçları aracılığı ile toplumun kendisinden  beklediği  rol ve beklentileri öğrenir. Aynı   zamanda   öğrendikleri   sayesinde   ailesini ve toplumsal çevresini   sosyalleştirir.  Sosyologlar  sosyalleşmenin   genellikle iki   aşamada  gerçekleştiğinden  söz etmektedir. Birincil sosyalleşme, bebeklik ve çocukluğun ilk döneminde gerçekleşir ve bu sosyalleşme süreci birincil  grup olarak  adlandırabileceğimiz ailede  başlar.  İkincil sosyalleşme  ise,  çocukluktan sonraki dönem ile olgunluk döneminde gerçekleşir. Bu aşamada, sosyalleşmenin ilk aracı olan aileden sorumluluğun bir kısmını alır  ve bunu okullara, toplumsal  gruplara ve iletişim araçlarına  devreder.

Kısaca,   “sosyalleşme,   kişinin   grup  normlarına   uyması,   bunları   öğrenmesini   sağlayan

süreçtir.” Bireyin   sosyalleşmesini  başlıca   üç   sosyolojik  ilkeye

dayandırmaktadır;

  1. Birey, sosyal davranışı, toplum bireyleriyle etkileşim halinde öğrenir.
  2. Bireyin ne öğreneceğini içinde yaşadığı toplumun kültürü belirler.
  3. Bireyin öğrenimi, bir sosyal organizasyona ancak etkin bir biçimde katılmasıyla tamamlanır.

Sosyalleşme sürecinin genel anlamada iki boyutu vardır. Birincisi psikolojik boyuttur. Birinci boyut bireyin toplum ve onun alt kategorileri içerisinde gelişip kalıba sokulduğunu ileri sürer. İkincisi boyut ise sosyolojik boyuttur. Bu boyut bir bireye sosyal beklentilere uygun biçimde davranmasının öğretildiğini öne sürer. İnsan sosyal  bir varlıktır.  İnsanın  toplum  hayatı  aklın ve  düşünme yeteneğinin eseri  olup, sürekli bir değişim halindedir.  Bu  da  şu demektir.  İnsanın şahsiyeti  sosyalleşme sürecinde  oluşur. İnsan bir yandan biyolojik büyüme sürecini  tamamlarken diğer yandan toplum normları  ile bütünleşir  ve içinde yaşadığı toplumun  üyesi olur. Bir bakıma toplum normları ferdin eline verilmiş senaryolardır. Her fert bu senaryolardaki rolünü öğrenir,  benimser ve oynar. Kişiye içinde bulunduğu grup yani diğer grup üyeleri bir değer atfederler. Kişi grup içerisinde bir statü (mevki) elde eder. Amerika’nın önemli  psikologlarından  George H. Mead, kişinin sosyalleşmesinde toplumun belirleyici faktör olduğunu savunur. Mead, bireyin büyük oranda sosyal etkileşim vasıtasıyla kendini tanıdığını ve  başkalarının  ebeveynleri, yakın arkadaşları ve bir bütün olarak da toplumun  rollerini takınarak kendi resmini elde ettiğini ifade eder. Bir başka ifadeyle çocuk kendini başkalarının yerine koyarak,   kendisinin   anne  ve   baba  olduğunu  hayal   ederek, sırasıyla   daha  sonra   başka   kimseler olduğunu hayal ederek, o kişilerin rollerini oynayarak kendisine dışarıdan bakar veya kendisine ilişkin nesnel   bir  görüş oluşturur.   Benzer   şekilde Emile   Durkheim   “ortak  temsiller”  teorisinde   bireyin topluluğun   davranışlarını   adapte  etmek  suretiyle   sosyalleşeceğini   ifade  eder.

Güzel ve sosyalleşmiş bireyler olmamız dileğimle. Saygılarımla.

SIR Dergisi’nde Kasım Sayısında Yayınlanan Yazım / www.sirdergisi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir