ŞEHİT

Mehmedim Şehit Oluyor

Türkiye'nin 12 kahraman şehidi... - Bafra Haber |Bafra ...

Kahpeler kahpece vuruyor Mehmet şehit oluyor,
Mehmedim şehit oluyorda Hâkka doğru yürüyor,
Mehmedimi şehit edenler, Cehennemi boyluyor,
Kahpeler kahpece vuruyor Mehmet şehit oluyor.

Şehit Mehmedimin son sözü Allah Allah oluyor,
Elinde solmuş bir fotoğraf yüzü gül gibi soluyor,
Ey kahpeler, bu şeni dünya sizlere de kalmıyor,
Kahpeler kahpece vuruyor Mehmet şehit oluyor.

Mehmedim şehit oluyor, Cenneti görüp gülüyor,
Şehit olacağın önceden bilip, mektuplar yazıyor,
Bu analar Vatanı için, ne Mehmetler doğuruyor,
Kahpeler kahpece vuruyor Mehmet şehit oluyor.

Yusuf Önder Bahçeci


Türk -İslâm kültüründe özel bir yeri, yüce değeri olan şehitlik ve gazilik İslam dininin önemsediği ve teşvik ettiği bir rütbedir. İnsanlar hayatları boyunca çalışarak pek çok rütbe ve unvan elde edebilirler. Ancak şehitlik ve gazilik unvanının diğerlerinden önemli bir farkı vardır. Şehitlik ya da gazilik unvanını elde eden kişi hayatını ortaya koymuştur. Bu rütbeler hayat karşılığında elde edilir. İnançla kazanılır. Hem hakkın hem de halkın nezdinde bu rütbelere erişmek büyük bir mazhariyettir.
Gaza: Din uğruna savaş, kutsal savaş ve kazanılan galibiyet[1].
Gazi: Gaza eden, ordunun başına geçip savaşan, savaştan sağ ve muzaffer dönen; böyle bir ordunun başkomutanı[2]
Gazi: Devletin bağımsızlığı, milletin egemenliği yolunda oluşturulan gerekli harekete katılıp canını ortaya koyup, görevini yapıp sağ kalan insana gazi, bu yolda ecelle kucaklaşana şehit denir.[3]
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde ve birçok hadiste şehitlik ve gazilik kavramları geçmektedir.
“Allah yolunda öldürülenlere ölüdür demeyin Aslında onlar diridirler. Fakat siz bunu bilemezsiniz” ( Bakara Sûresi 2/154)[4]
“Ve sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanma! Hayır, hep hayattadırlar, Rablerinin indinde yaşarlar” ( Al-i İmran Sûresi 3/169)
“Allahın lütfûndan kendilerine bahsettiği saadetle mutlu olarak rızıklanırlar, arkalarından şehitlik (mertebesine ermek le)kendilerine yetişemeyen mücahitler (henüz şehit olmamışlar gaziler) hakkında da şunu müjdelerler ki; onlara bir korku yok, onlar da mahsun olmayacaklar[5] (Al-i İmran Suresi 3/170)
“O halde seferber olun da o geçici dünya hayatı ahretin ebedi hayatına satacak olanlar Allah yolunda çarpışsın! Her kim Allah yolunda çarpışır da öldürülür veya galip gelirse iki surette de biz ona yarın pek büyük bir mükâfat vereceğiz[6]. (Nisa Sûresi 4/74)
Bu örneklerin dışında Kuran-ı Kerimde daha birçok ayet olduğu gibi Hz. Muhammed’in hadislerinde de şehitlik ve gazilik övülmüş ve teşvik edilmiştir. Hz. Peygamberin şehitlik ve gaziliğin faziletleri hakkındaki sözleri gaziliğin değerini arttırmış ve “ölürsem şehit, kalırsam gazi” düsturunun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. İslam dininin belirgin bir şekilde öne çıkardığı cennetle müjdelediği şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşma isteği Türk-İslam ordularının en büyük motivasyon kaynağı olmuştur.
Türklerde Alplik, Gaza, Gazilik
En büyük Türk ve Müslüman Devleti olan Osmanlı Devleti bir gazi devleti olarak doğmuş ve bu geleneği sürdürmüştür.[7] Osmanlı sultanları son padişaha kadar “gazi” unvanını en başta tercih ettikleri bir unvan olarak kullanmışlardır.[8] Osmanlı padişahları en fazla bu unvanla övünmüşlerdir.[9]
Gazilik ruhunun Osmanlılarda ne kadar yerleşmiş ve köklü bir ruh olduğunu anlayabilmek için 13. yüzyıl Anadolu’suna Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemlerine bakmak gerekir. Anadolu bir yanda Moğol, öte yandan Haçlı saldırıları ile karşı karşıya kalmıştır. İslam dünyası bir ölüm kalım mücadelesi vermektedir. İran ve Anadolu’da yerleşen İlhanlı Moğol Hanlığı Suriye’yi istila girişiminde bulunuyor Papalık ve Bizans ile diplomatik ilişkilere giriyordu. İşte bu durumda İslam dünyasında kutsal savaş “gaza” bir ölüm kalım sorunu olarak ortaya çıkmıştı. Anadolu’daki Türkmenler, Moğollara ve Bizans’a karşı gaza hareketinin ön safında mücadeleye girmişlerdi[10]. O sıralarda Osman Gazi, Kastamonu Uç Emiri Çobanoğullarının emri altında Bizans’a karşı en uzak serhadde savaşan bir boy beyi aynı zamanda bir alp idi. Alplar Orta Asya Türklerindeki kahramanlık geleneğine bağlıdırlar. Eski Osmanlı rivayetlerinde Alplar, Alperenler ahiler Osman Gazi’nin en yakınları olarak gösterilir. Rivayette Osman, bir ahi şeyhi olması da kuvvetle muhtemel olan Şeyh Edebali’nin irşadı (doğru yolu göstermesi) ve beline gaza kılıcını bağlaması ile gazi olmuş, gaza akınlarına başlamıştır. Osman Gazi uçların en ileri bölümünde gazayı başarıyla sürdürmüş gazi alpların gerçek önderi durumuna yükselmişti[11].
Bu arada alp kelimesini açıklamak gerekir.
Alp: Kahraman, cesur, yiğit, zorlu anlamlarında, eski ve yeni Türk lehçelerinde kullanılan bir kelimedir. İsim veya unvan olarak da kullanılır[12].Bu kelimeye Orhun Kitabelerinde[13], Dede Korkut’ta, Uygur Alfabesinde, Kutadgu Bilig’de[14], Divan-ı Lügat-it Türk’te[15]; Alp Tigin, Alp Tuğrul, Alp Kutlug, Alp Er Tunga, gibi pek çok şekillerde rastlanmaktadır. Türkler Alp kelimesini Müslüman olduktan sonra da kullanmışlardır. Gazneliler Devleti’nin kurucusu Alp Tegin, Büyük Selçuklu Sultanı Alp Aslan, Karahanlı emirlerinden Alp-Er Han, Anadolu Selçuklu Devleti’nde Mahmut Alp ve Nuh Alp, Harzemşahlarda imparatorluk lakapları ile beraber Alp unvanı kullanılmıştır. Mesnevi’de de Muhammed Harizmşah hakkında Alp-Uluğ unvanı kullanılmıştır.[16] Osmanlılarda ise Ertuğrul Gazi’nin oğlu, Osman Gazi’nin kardeşi Gündüz Alp dikkat çekmektedir.
Türklerin İslamiyeti kabulü ile İslam’ın gaza inancı ve Türklerin alplik ruhu, cihad yolunda birleşerek kaynaşmıştır. Nitekim bundan sonra cihad eden Müslüman Türklere alp gazi ya da alperenler denilmeye başlanmıştır. Büyük Türk İmparatorluğu Büyük Selçuklu Devleti’ne ve hanedanına adını veren Selçuk, bütün maiyeti ile birlikte Müslüman olduktan sonra geldiği gaziler muhiti Cend şehrinde gazilerin reisi olmuştur[17]. Büyük Selçuklu Devleti’nde uclarda yaşayan ve savaşanlara gazi denirdi. Devlet uclardan vergi veya haraç almak şöyle dursun uclara mali yardımda bulunur gazilere maaş bağlardı[18].
Mücahid dervişler de denilen bu alperenler Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Balkan Türklerinin büyük destanı Saltuknamede Baba Saltuk Balkanlarda İslamiyeti yaymak için savaşan bir alperen gazi olarak gösterilir[19]. Türk edebiyatının en büyük eserlerinden biri olan Dede Korkut kitabında eski Türk alp tipi ile Müslüman gazi tipinin nasıl birleştirildiğini gösteren çok canlı örnekler vardır[20].
Eski Türk destanlarında özellikle savaş sahalarında yüceltilen alp tipi kolaylıkla gazi tipi şekline dönüşmüş, yeni bir inançla hareketlilik kazanan bu yeni insan tipi Müslüman Türk devletlerinin de kurucusu olmuştur.[21]
Çok büyük ve yüksek bir şeref unvanı olan alplik için nelerin gerektiğini Âlpler devrini çok iyi bilen Aşıkpaşa şöyle sıralıyor:
Muhkem yürek
Bazu kuvveti
Gayret
İyi bir at
Hususi Libas
Yay
İyi bir kılıç
Süngü
Yar-ı muvafık (uygun bir arkadaş)[22]
Muhkem yürek: Cesaret sahibi olmaktır. Cesurluk askeri ayakta tutan direktir (alp’in liderliği). İkincisi fiziksel güçtür. Herkes alpın gücünü görür ve onu sayar. Üçüncüsü alp gayret ve hamiyet sahibi olmalıdır. Dördüncüsü alp iyi bir at sahibi olmalıdır. Osmanlılarda sipahilik soyluluğun koşuludur. Osmanlılar Balkanlarda Hristiyan süvarileri soylu sayıp tımar vermişler, fakat yaya askerleri(voynuklar) reaya saymışlardır. Gayrimüslim reayaya ata binme yasağı vardı. Alpın atının zırhı olmalıdır. Zırh hem hayvana heybetli bir görünüş verir hem de onu düşmanlardan korur. Beşinci koşul alpın zırhlı olmasıdır. Alplık zırhla belli olur. Alpa Alplık adını don kondurur. Osmanlılarda tımarlı sipahi her zaman zırhlıdır. Altıncı yedinci ve sekizinci koşullar alpın silahları yay kılıç ve süngüsüdür. Alplığın dokuzuncu şartı alpın arkasından yürüyen uygun bir arkadaşı yoldaşı olmalıdır. Bunlar arasında ölüme kadar sadakat bağı olur. Ganimet ve fethedilen topraklar da bunlarla birlikte paylaşılırdı.
Alp için aranan 9 dini nitelik vardı. Bunlar vilayet, riayet, kifayet (nefsini basmak), ışk (nefsini dünya ilgilerinden koparıp bağımsız olma), tevekkül, şeriat bilgisi, ilm, himmet (başkasına yardım etme), doğru yar (arkadaş, dervişler) edinme bu özellikleri nefsinde toplayan kişi alp veya alperendir[23]. İslamiyetten evvel Türk alpları İslamiyetin cihad ve gaza mevhumları Türkler arasında yerleştikten sonra önce alp –gazi yani Müslüman Türk mahiyetini almışlar, tasavvuf cereyanı ve muhtelif tasavvuf tarikatları halk arasında yerleşince de alp-erenler, yani savaşçı dervişler şekline girmişlerdir. Bunları bilhassa uclarda görüyoruz[24].
Orta Asya kavimleri arasında kullanılan Alp sözü Anadolu gazilerinin de unvanı olmuştu. Aşıkpaşa Garipnamesi’nde alp, alp-eren ve gazi unvanlarını aynı anlamda kullanmıştır. Birincisi Avrasya Hanlıklarında alp, bağatur, bahadır diye anılan kahraman savaşçıyı, lider tipini ikinci ise alpın daha çok İslami gaza ile kaynaşmış tipini Alp-eren’i vurgular. Aşıkpaşa’da İslami gaza terimi yerine öz Türkçe Alp teriminin kullanması dikkate değer.[25]
Türklerin İslam dinine girmeleri İslam dünyasının buhranlı dönemlerine rastlamaktadır. İslam medeniyeti 10. yüzyıldan itibaren duraklama dönemine girmiş[26] 11. yüzyılda İslamiyeti yayma yönetimi artık Türklerin eline geçmişti. 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklular Anadolu’nun fethine başlayacaklardır.[27] Osmanlılarla birlikte Türklerin bu misyonu devam edecek ve İslamiyeti Orta Avrupa’ya kadar yayma görevini Osmanlılar yerine getireceklerdir.
Paul Wittek, Fuat Köprülü, Halil İnancık gibi pek çok ünlü tarihçinin savunduğu gaza nazariyesi ve gaza ideolojisini eleştirenler de olmuştur. Arnakis, B. Flemming, C. Heywood, Lindner, Jennigs, İmber gibi bir grup araştırmacı gazi ideolojisine şiddetle tepki göstermişlerdir[28]. Bunlar kroniklerde gazi olarak nitelendirilen toplumun sosyal ve iktisadi hayatından hareket ederek bu dönemde hâkim olan dini yapının alışılmış İslam değerlerinden farklı oluşuna (heterodoksi) dikkat çekmişlerdir. Bu araştırmacılar ilk dönemde ortaya çıkan Osmanlı tipinin gaziden çok göçebe esaslarına uygun bir kimliğe sahip oldukları fikrindedirler. Ucda yaşayan göçebe Türkmenlerin çapul ve yağma hareketlerinin Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda esas olduğunu söylemektedirler. Yani gazanın asıl amacının ekonomik olduğunu ucda yaşayan göçebe Türkmenlerin geçim kaynağını teşkil ettiğini dolayısıyla bu göçebe çapulcu taifesinin liderinin de devlet kurucusu olamayacağını, Osmanlı Devleti’ni kuranların İslamiyeti kabul etmiş yerleşik Rumlar olduğunu iddia etmektedirler. Uclarda yaşayan Türkmenlerin tümünün göçebe olduğu tezi de doğru değildir. Eski Osmanlı rivayetleri iyi incelenirse Osman Gazi ve etrafındakilerin erkenden şehirlere yerleştikleri görülmektedir[29].
Menakıbname geleneğinde Osman Gazi’nin Karacahisar’ı fethi üzerine (1288), Selçuklu sultanından bir mensur ile resmen sancak beyliği unvanını aldığı iddia edilmiştir[30].
Genel olarak gazi ahret için sevap kazanma amacıyla savaşan Müslüman olarak tanımlanır. Gazanın dini İslami niteliği yanında ekonomik nedenleri olduğu gerçeği de kabul edilmektedir. Ancak gazi için kıtalde elde edilen ganimet dini bir mükâfattır. Osmanlı menkıbelerinde gaza ve ganimetin kutsallığı helal niteliği özellikle belirtilir. Batı’da yazılan bazı eserlerde gaza, kıtal ve yağmayı meşru göstermeye yarayan bir araç olarak algılanmakta gazanın manevi ve dini yönü göz ardı edilmektedir[31]. Gerçekte ise gazanın Türk İslam toplumu için anlam ve fonksiyonunu incelersek manevi yönünün maddi yönünden daha güçlü bir motivasyon kaynağı olduğunu görürüz.
Osmanlı Devleti’nin doğuşunu izah ederken Fuat Köprülü ve P. Wittek, Bizans Selçuklu hududundaki “Uc” cemiyet ve kültürüne esas olan ananevi gazi ruhunun büyük rolünü kuvvetle belirlemişlerdir[32]. (Bkz. Fuad Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Ankara 1984)
13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu’da İslam dinini sufilik, fütüvvet ve gaza kurallarını halka öğretmek için Türkçe yazılmış bir literatür bulmaktayız. Basit bir Türkçe ile yazılmış olan bu eserlerin bir bölümü de gazilik kurallarını açıklayan yahut destan türünden eserlerdi. Bu eserlerde bir gazide bulunması gereken özellikler belirtilir. Gazinin niyeti samimi olmalı, İslam dini ve Müslüman halk için savaştığını unutmamalı, gazada tama ve riya olmamalı, hareketlerinde dini hayır düşüncesinden uzaklaşmamalı gazaya sırf ganimet için gitmemeli. Bu son madde gazanın dini-ideolojik niteliğini vurgulayan temel koşuldur. Son zamanlarda Batı’da bazı yazarlar bu noktaları görmezden gelip gazayı sırf ganimet için haydutluk sayma eğilimindedirler.
Türk geleneğinde savaş eri olacak gazide bulunması gerekli on karakter sayılır; cesaret, yılmazlık, kendine güven, güçlülük, savaşkanlık, atılganlık, dayanıklılık, yerinde metanetle durma, sabırlılık, fırsatları kollama, yoldaşına vefa vasıflarıdır. Bunlar Dede Korkut, Danişmendname gibi Türk destanlarında kahramanlarının vasıflandırılmasında belirlenmiştir. Osmanlı toplumunda her sınıftan dindar halk gazayı ciddiyetle benimsemektedir.[33]
İslam prensiplerine göre gaza genellikle farz-ı kifayedir. Yani ancak bazı koşullar yerine getirildiği takdirde yapılması gereken dini bir ödevdir. Fakat İslam ülkesi hayati bir tehlike altına düşerse gaza emirülmüminin tarafından farz-ı ayn ilan edilebilir. O zaman her Müslüman yetişkin er için gaza zorunlu bir ödevdir. Sefere gidemeyen bu ödev karşılığında hazineye bir ödeme yapmak zorundadır.[34]
İslam hukukunda iki Müslüman devletin savaşması hoş görülmediğinden mecbur kalınan durumlarda Osmanlılar farklı yollar izlemişlerdir. Bir gazi devleti olarak Osmanlı bu Müslüman devletlerin kimisini miras yoluyla kimisini evlilik aracılığıyla kimisini de topraklarını satın almak yoluyla ilhak etmişlerdi. Komşu Müslüman beyliklerle çatışma kaçınılmaz olduğunda Osmanlılar “Mani-yi Gaza” ile savaşmanın da gaza olduğu şeklinde dini bir argümanla Müslüman bir devlete karşı savaşmayı da haklılaştırmışlardı. Osmanlı Devleti’nin Anadolu Beyliklerine karşı savaşı, bu gerekçe ile meşrulaştırılmıştı.[35]
Gazi dervişler (Alp-erenler) Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Müslümanlaşmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Fakılar, ahiler fethedilen yerlerdeki teşkilat kurma işini gerçekleştirmişlerdir.
Orhan Gazi zamanında, özellikle de İzmit’in kuşatmasında, Gazi teşkilatının çok güçlenip genişlediği görülmektedir.[36] Osmanlılar, Karesi Beyliğini ilhak ettikten sonra Karesili Gazi Beyler Osmanlıları Çanakkale’nin öbür yakasına yerleşmeye teşvik eden Gazilerdi.[37]
Orhan Gazi’den sonra Sultan olan I. Murat’ın unvanı Gazi Hüdavendigâr olmuştur. Gazi Hüdavendigâr 1389’da Kosova’da şehit olmuştur.
Yıldırım Bayezit Gaziler Sultanı diye anılıyordu. Fetret Devrinden sonra Fatih’in hükümdarlığı sırasında gaza ruhu yeniden canlanmıştı. Hatta bazı kaynaklar Fatih’in “Gaza atalarımız gibi bizim de temel vazifemizdir”, dediğini kaydeder.[38]
Fatih’in 1461’de Trabzon dağlarına yaya tırmanırken “Bu zahmetler Allah içindir. Elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmesevüz bize gazi demek layık olmazdı” diyor.
Osmanlı hükümdarları Orhan’dan itibaren Gaziler Sultanı (Sultan al-guzât va’l-mücahidin) unvanını benimsemişlerdir. Menşeindeki uc gazi geleneği Osmanlının bütün tarihine hâkim olmuştur.[39]
Selim’in futuhatı imparatorluğu bir misli büyütmüş Avrupa’da ümitsizlik doğurmuştu. 1520’de Süleyman tahta çıktığında İslam âleminde kazanılmış yeni durumu korumak için ataları gibi gaza alanında büyük başarılar göstermeli idi. Nitekim Süleyman Fatih’in alamadığı Belgrad’ı ve Rodos’u almıştır. Akdeniz’i Osmanlı hâkimiyetine sokan Barbaros Hayrettin Paşa ve diğer ünlü denizciler de gazi olarak anılmışlar ve bu unvanı kullanmışlardır[40].
Gaza anlayışı ne Osmanlı devletinin ne de onun Müslüman Türk tebaasının ideolojisinden hiçbir zaman kaybolmadı. 1919-1922 yılları arasında İtilaf Devletlerinin işgaline ve Yunan istilasına karşı savaşan Türk kuvvetlerinin lideri halk tarafından Gazi Mustafa Kemal olarak adlandırılmıştır[41].
Gazilik geleneğinin devamı yeniçeri askeri teşkilatında daha açık görülür. Balkanlarda ilk devşirilen çocuklar Hacı Bektaş Veli kültürünün hâkim olduğu Anadolu’da gazi ailelerin yanında gazi gelenekleri ve terbiyesiyle yetişmişlerdi. Bu yüzden yeniçerilere Gazıyan-ı Hacı Bektaş Veli denilmesi tesadüfî değildir. Yine Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa seferine çıkmadan önce Sarı Saltuk’un mezarını ziyaret etmesi gaza ruhunun canlı tutulmasıyla ilgilidir.
1732’de Tebriz’in alınması üzerine I. Mahmut’a gazi unvanı verildiği gibi 1769’da Ruslarla yapılan savaştaki başarılarından dolayı III. Mustafa’ya gazi unvanı verilmiştir[42].
34. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit 93 Harbi sırasında hem kendisi Gazi unvanını almış hem de bu savaşta Doğu Cephesi’nde savaşan Ahmet Muhtar Paşa’ya Gedikler Muharebesi’ndeki galibiyetinin mükâfatı olarak[43] ve Plevne Müdafii Osman Paşa’ya da 3. Plevne Savaşı’ndaki muzafferiyetinden dolayı[44] Gazilik unvanı bahşetmiştir. 1856 Paris Anlaşması’nda Sultan Abdülmecit için ve kendisinden önceki padişahlar için gazi unvanı kullanılmıştır[45].
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Gazilik unvanının tüm Osmanlı Padişahlarının gururla taşıdıkları bir unvan olduğunu söyleyebiliriz.
En eski Türk devletlerinden itibaren Türkler arasında yerleşmiş olan alplik ve gazilik geleneği Anadolu’da 1919’da başlayan Milli Mücadele’nin de motivasyon kaynağı olmuştur.
                                                                                                                                  Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra başlayan yabancı işgallere karşı, Anadolu’nun dört bir yanında silahlı direniş örgütleri kurulmaya başlandı. Trakya Paşaeli, Kars İslam Şurası; Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti; Kilikyalılar Cemiyeti, Vilayât-i Şarkiye Müdafaai Hukuk-ı Milliye Cemiyeti gibi.
Türk halkındaki bu teşkilatlanma yer yer başlatılan silahlı mücadele işgaller karşısında halkın milli şuurunun, gaza ruhunun harekete geçmesiyle gerçekleşmişti.
Türk milleti üzerinde yaşadığı toprağın sahibi olduğunu bu toprakları atalarının kanlarıyla, kılıçlarıyla aldıklarını burada kendi iradesi dışında gelişecek siyasi bir çözüme razı olmayacağını, kimsenin bu topraklarda kendi adına pazarlığa kalkışamayacağını göstermeye çalışıyordu. Ama bunu anlatmak ne yazık ki uzun süren silahlı bir mücadele ile mümkün olabilmişti. Amacına ulaşabilmek için Türk milleti bütün imkânsızlıklara yorgunluğa ve yoksulluğa rağmen vatanı ve istiklali için ölüm kalım mücadelesi karşısında atalarındaki gaza ruhu ile her şeyi göze alarak mücadeleye girişti.
Bu ruh Mustafa Kemal’in işini kolaylaştıran bir unsur olmuştur. Mustafa Kemal milletini çok iyi tanıyordu. Yoksa Çanakkale’de “ölmeyi emrediyorum” emrini verebilir mi idi? O asker için ölümün şehit ya da gazi olmanın bir mükâfat anlamına geldiğini bilmese bu emri nasıl verebilirdi?
Türk devlet geleneği içinde ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal gerçek anlamda bir gazidir. Daha 1911’de Trablusgarp çöllerinde, Derne’de, Tobruk’ta, Çanakkale’de, Anafartalar’da, Doğu Anadolu’da tam bir gazi ve alp ruhu ile savaşmış Sakarya’da Dumlupınar’da ileri harekâta geçmiş ve 30Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı ile Yeni Türkiye Devleti’nin temellerini atmıştır.
Atatürk’ün gaza ve gazilik anlayışını ortaya koyabilmek için onun söz ve davranışlarını iyi tahlil etmek gerekir.
Batı Cephesinin ilk zaferi olan 1. İnönü zaferinden sonra İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. Büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken…” diyordu. Atatürk 1. İnönü Zaferi’ni gaza olarak görüyordu.[46]
Mustafa Kemal çok önemli sonuçları olan 22 gün süren Sakarya Savaşı’nı Başkomutan olarak bizzat başarıyla yönetmiş, sol kaburga kemiklerinden birini kırmıştı. Türk milletinin kaderini değiştiren Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonucunda TBMM Mustafa Kemal’e Mareşal rütbesiyle gazilik unvanını vermiştir. (19 Eylül 1921)[47]
Ertesi gün Mustafa Kemal (20 Eylül 1921) Türk ordusuna yayımladığı bir beyannamede “…Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. İmanınla, itaatınla hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbin ile düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranlarımı söylemeyi bir borç bildim. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu en şerefli, en ulu bir gaza ile mümtaz olan yine ordudur…” diyor ve bu çok değer verdiği unvanı orduya izafe ediyordu. Bu rütbeyi bütün askerlik hayatının en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağını söylüyor,[48] mecliste yaptığı teşekkür konuşmasında da “taltifatınızın hakiki muhatabı ordumuzdur” diyordu[49].
Dumlupınar Meydan Muharebesinden sonra Refet Paşa’ya çektiği telgrafında da Dumlupınar Savaşının geçtiği yerler için “Anadolu’nun eski gaza ufukları üstünde…” kazandığımız zafer diyor. Mustafa Kemal’in burada “eski gaza ufukları”ndan kastettiği Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölgede yapılan gazalardır. Mustafa Kemal kendisini bu geleneğin devamı sayıyor, ecdadının burada yaptığı gazalara atıfta bulunuyordu.
Mustafa Kemal’e gazilik unvanı veren ilk TBMM’de gazi bir meclistir. Milli mücadele meclisten yönetilmiş gazi meclisin düzenli orduları İnönü Savaşlarıyla başlayan Büyük Taarruz’la sonuçlanan zaferlerini bir zamanlar uc bölgesi olan ve ilk gaza hareketlerinin yapıldığı yerlerde kazanılmıştır.
Yine Mustafa Kemal 29 Mart 1922’de, 2. İnönü Savaşı’nın yıldönümünde, şehitlere fatihalar okunmasını istemiş, gazilere minnet ve şükran duygularını belirtmiştir.[50]
Meclisin 3. toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada istiklal uğruna cephelerde şehid olan tüm arkadaşlarının ruhlarına tüm meclisin ayağa kalkarak fatiha okumalarını istemiştir.[51]
Büyük zafer hakkında 30 Ağustos’tan sonra 4 Ekim 1922’de yaptığı uzun konuşmasının sonunda “… Bu şehamet meydanlarında rahmet-i rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber fatihalar ithaf edelim”der (ayakta fatihalar okunur) ve son söz olarak şunu söyler “…şehamet meydanlarında ölenlerin analarına ve babalarına taziyeler değil fakat tebrikatımızı isâl edelim”[52]demiştir.
Mustafa Kemal Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin 2. yıldönümünde şehit asker abidesinin önünde “…Arkadaşlar bu gaza ve sahadet diyarını terk ederken şehit askerleri hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım” diyor.[53]
Mustafa Kemal şehitlik ve gaza ruhunun sadece orduda değil Türk milletinin kendisinde de olduğunu biliyordu. Türk tarihini, Türk ordusunu ve Türk milletini çok iyi tanıyordu.
22 Şubat 1931’de “Millet, kahraman evlatlarından mürekkep ordu o kadar yekdiğeriyle birleşmiştir ki dünyada ve tarihte bunun misali enderdir. Bu milli tecelli ile müftehir olabiliriz” diyordu. Atatürk birçok konuşmasında Türk milletinin ordusunu çok sevdiğini ve milletin ordu millet olduğunu vurgulamıştır.
Türk ordusunu manevi yönden güçlü kılan onun genlerinden gelen alplık ve gazilik ruhudur. Mustafa Kemal’de manevi yönü çok güçlü olan bir komutandır. Falih Rıfkı’ya verdiği bir beyanatta Büyük Taarruzdan sonra Türk ordusunun 450 km.lik yolu 10 günde kat ettiklerini piyade ve süvarilerin İzmir’e aynı anda ulaştıklarını İzmir Rıhtımı’na ve Kadife Kale’ye Türk bayrağını çektiklerini ordularımızın bu mesafeyi günde 20-25 km yürüyerek kat ettiklerini bunu yaptıran kuvvetin ne ulvi bir kuvvet olduğunu bu kuvvetin askerlerimizdeki iman ve vatan aşkı olduğunu anlamanın zor olmadığını anlatmıştır.[54] Mustafa Kemal ünlü eseri Nutuk’ta “savaşa ya şehit ya gazi olmak için gidilir” demektedir[55].
Osmanlı’dan kalan birçok lakap ve unvanı kaldıran Atatürk gazi unvanını hayatının sonuna kadar hatta 1934’te Atatürk soyadını aldıktan sonra bile kullanmıştır.
Mustafa Kemal Trablusgarp, Balkan 1. Dünya savaşlarında pek çok cephede savaşmış Türk ordusunda ve Türk milletindeki bu alplık ruhunu yani gaza ruhunu test etme fırsatı bulmuştu. Zaten milli mücadeleye başlarken bu ruha güvendiği ve emin olduğu için girişebilmişti. Mustafa Kemal bir konuşmasında Türk ordusunun ölüme sevk eden emirlerini bile harfiyen yerine getirmelerini onlardaki şehitlik ve gazilik inancına bağlıyor ve diyor ki: “Türk ordusuna göre 2 semavi sonuç mümkün ya gazi ya şehit olmak bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek!”[56]
Mustafa Kemal Çanakkale’de Arıburnu kuvvetlerini kapsayan kumandanlığı sırasında cereyan eden bir olayı şöyle anlatıyor.
“Karşı siperler arasındaki mesafe 8m yani ölüm kesin. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına hepsi düşüyor ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor. 3 dakika sonra öleceğini biliyor en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar.
Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu büyük ruhtur[57]” Mustafa Kemal’in burada kastettiği ruh hiç şüphesiz alp ve gaza ruhudur.
Eğer Türk milletinde Türk ordusunda ve onun Başkomutanı Mustafa Kemal’de bu gazilik inanç ve geleneği olmasaydı ne milli mücadele başarıya ulaşabilir ne de Yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu gerçekleşebilirdi.

Kaynakça

[1] İsmail Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Gaza Maddesi

[2] Ferit Develioğlu, Osmanlıca Türkçe Sözlük Gaza ve Gazi Maddesi

[3] Sadık Tural, Milli Bilinç ve Şiir Üzerine Konuşma, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara 2004, s. 60, c. 20

[4] Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali Sadeleştiren Prof. Dr. M. Salih Çölgeçenli İstanbul 2006, s 23

[5] A.g.e. s 71

[6] A.g.e. s. 88

[7] Halil İnancık, Devleti Aliyye, 2009 İstanbul, s. 20

[8] A.g.e. s. 25

[9] A.g.e. s. 11

[10] A.g.e. s. 9,19

[11] A.g.e. s. 7

[12] Fuad Köprülü, İslam Ansiklopesi Alp Maddesi, İstanbul 1965, 1. Cilt, sayfa 379

[13] Alp-Salçı, Kültegin’in Atı, Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 1973 İstanbul, sayfa 73-74

[14] Türk Destanlarındaki meşhur büyük kahraman Tunga Alp Er’e İranlıların Afrasyab dediği kaydedilmektedir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Ankara 1974, sayfa 31

[15] Kaşgarlı Mahmut’ta da Hanedan kurucusu Tunga Alp Er’in İranlılarda Afrasyab olduğu kaydediliyor. Kaşgarlı Mahmut Kitabı, editör Sema Barutçu Özönder, Ö. Soner Hunkan, Kaşgarlı Mahmut ve 11. Yüzyılda Türkler, 2008 Ankara, sayfa 11

[16] Köprülü a.g.e., sayfa 382

[17]Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Kuruluş Devri cilt 1, 1979, Ankara, sayfa 21-23

[18] Mehmet Altay Köymen, Alpaslan ve Zamanı, Ankara 1983, c 2, s 221

[19] Bkz Şükrü Haluk Akalın Saltukname, Ankara 1988

[20] Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1992, s.170

[21] M. Öcal Oğuz ve Diğerleri, Türk Halk Edebiyatı, Ankara 2007, s. 292

[22] Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar, Ankara 1981, sayfa 244

[23] Halil İnalcık, Osmanlı Tarihine Toplu bir Bakış, Osmanlı Ansiklopedisi, Ankara 1999, c. 1, s. 53-54

[24] Fuad Köprülü, İslam Ansiklopedisi, Alp Maddesi sayfa 382

[25] Halil İnancık, a.g.e. , s. 54

[26] M. Öcal Oğuz ve Diğerleri, a.g.e. s. 291

[27] Oktay Özel, Mehmet Öz, Söğütten İstanbul’a, Ankara 2000, s. 351

[28] Bkz. Oktay Özel, Mehmet Öz, Söğütten İstanbul’a, Ankara 2000 – Cemal Kafadar, iki Cihan Aresinde, 2010 Ankara

[29] Halil İnancık, Osmanlı İmparatorluğu, 1993 İstanbul, s.144

[30] Halil İnancık, Devleti Aliyye a.g.e. s. 12

[31] Halil İnancık, Osmanlı Ansiklopedisi, a.g.e. s

[32] Halil İnancık, a.g.e. s. 149

[33] Halil İnancık, Devleti Aliyye a.g.e. s. 25

[34] A.g.e. s. 26

[35] Mehmet Öz, Kuruluştan Fatih Devrine Kadar Osmanlı ve Gaza, Ankara 2003, (Sempozyum Bildirisi)

[36] Halil İnancık, A.g.e. s. 25

[37] A.g.e. s. 47-50

[38] A.g.e. s. 109

[39] A.g.e. s. 20

[40] Mustafa Nuri Paşa, Netayic-ül-vukuat, 1979 Ankara, c.1-2, s. 101

[41] Cemal Kafadar, İki Cihan Aresinde, 2010 Ankara, s. 141

[42] Selahattin Döğüş, Osman Gazi’den Gazi Mustafa Kemal’e Anadolu Gazileri, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2007, s. 44

[43] Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, 1990, İstanbul, sayfa 324

[44] Turhan Şahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Ankara 1988, sayfa 97

[45] Vak’a nüvis Ahmet Lütfü Efendi Tarihi, Yay. Münir Aktepe, İstanbul 1984, c.9, s .230

[46] Nutuk, haz. Zeynep Korkmaz, Ankara 1983,c. 2, s. 394

[47] Nutuk, c 2, s 420-421

[48] Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, 1991 Ankara, c. 4, s.436

[49] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1997 Ankara, s. 201

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir