Emperyalizm Hep Sahnede; Her Kıriz Bir Fırsattır

Bizler bu senaryoları hep görüyoruz, gülüyoruz ve yemiyoruz. Bundan tam 44 yıl öncesine bir gidelim ve bakın yine aynı hain ülke ve hain senaryo ve sonrasında ne mi oldu? Kıbrıs Barış Harekatı ve devamında Türk Devletinin zorda kalınca neler yapabileceğinin bir ispatı.

Liselerde bizlere yapılan bu harekatın memleketi 25 yıl geri götürdüğü anlatıldı ama sonuçları hiçte öyle değil.

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden 44 yıl geçti. Anadolu jeopolitiğinin Cumhuriyet tarihindeki en büyük kazanımı olan bu harekat sonrasında küresel hegemonya başta ABD, Türkiye’yi çeşitli şekillerde cezalandırdı. (Bugün yine aynı  senaryo sahnede)

Önce Ermeni terörü hortladı. ( Bugün PKK , PYD ve YPG ) İlk eylemini harekattan 1 yıl önce yapan Ermeni terörünün şiddet ve içeriği  artırılarak Asala isimli kanlı terör örgütü kurduruldu. Sonra ambargolar yağdı. 5 Şubat 1975  ile 26 Eylül 1978 arasında Türk Silahı Kuvvetlerine karşı uygulanan ABD silah ambargosu ( aynen bu günlerde olduğu gibi F-35  satışı donduruldu  düşman aynı düşman taktik aynı taktik ) ile silah ve yedek parça akışı tamamen kesildi.

Hava Kuvvetlerinin jetleri ile Deniz Kuvvetlerinin muhrip ve denizaltılarının harbe hazırlık durumları dondu. Ancak bu zor dönemden çıkardığı dersler Deniz Kuvvetlerinin silahlanma stratejisini olumlu yönde ve derinden etkiledi.
Ordumuzun ABD güdümü bitirilmiş oldu.

Yetmişli yıllarda, Türk Deniz Kuvvetlerinin TCG Berk refakat muhribi hariç, tüm muhrip ve denizaltıları ABD yapımı idi. Kullanılan silahlar ve gemilerin Gölcük Tersanesinde yapılan planlı bakım ve onarımları için gerekli malzemeler fahiş  fiyatlarla ABD’den ithal ediliyordu. (1950 Kore’de de arkalarını biz topladık )

Silah ambargosunun cihaz ve sistemlerin kullanımındaki  güçlükler, milli yeteneklerin kullanılmasını ve modernizasyon için başka ülkelere yönelişi gerekli ve kaçınılmaz kılmıştı. Aslında baştan beri TDK’nın hayali, kendi gemisini ve silahını milli imkanlar ile yapmaktı. Osmanlıdan kalan endüstriyel mirasın yokluğu göz önüne alındığında bu hedefe ulaşmak kolay değildi. İkinci Cihan Harbi’inden  sonrası ABD ile stratejik yakınlaşmanın başlaması ve Truman Doktrini ile Marshall Planının devreye girmesinden sonra bu amaca ulaşmak  çok daha zorlaştı.

12 Temmuz 1947 tarihinde imzalanan “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Antlaşma” sonucu hibe yolu ile çok genç yaştaki muhriplerin ve denizaltıların temini ve bu modern platformları denizcilerimizin çok kısa sürede etkinlikle kullanması, kalkınma hamlesi içinde olan Cumhuriyetin, bütçesine yük getirmeden  Deniz Kuvvetini geliştirmenin en maliyet etken yolu olarak ortaya konmuştu.

Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetlerine bunu haklı gerekçelerle sunmuştu. İlave olarak Deniz Kuvvetleri 1967 yılında kendi sınırlı imkanları ile Berk sınıfı refakat muhribi projesine başladıysa da bu başarılı proje çeşitli dayatmalarla ikinci gemiden sonra durduruldu. Eğer bu projeden her şeye rağmen vazgeçilmemiş olsaydı, Milgem  sınıf korvetlerimizi  Ağustos 2011 yerine, 80’lerin başında tamamlamış olacaktık.

8 Şubat 1975 , ABD ile stratejik ortaklığın milli menfaatler  bahis konusu olduğu takdirde ambargo ve değişik kısıtlayıcı tedbirler ile donanmanın hareket serbestîsini kısıtladığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştı.  Başkan Erdoğan’ın dediği gibi “Olmaz olsun böyle müttefik” İki yol vardı. Milli  savunma sanayiini geliştirmek ve Avrupa pazarından faydalanmak.

Deniz Kuvvetleri her iki yolu da benimsedi. Her ne kadar azami yerli üretimi hedefleyen milli yol için, 2000’leri (yıllar)  bulsada, Alman firmaları ile Türkiye’de ve Almanya’da firma patentleri altında inşa edilen “Rüzgar-Doğan-Kılıç”sınıfı hücumbotlar, M.E.K.O. 200 Track 1-2A-2B sınıfı fırkateynler, “Gür-Preveze-Ay” sınıfı denizaltılar ve “Aydın” sınıfı mayın avlama gemileri ile ABD kaynaklı gemiler arasında dengeli bir yapılanmaya gidildi ve teknoloji transferi yapıldı. (Bu gemiler ABD üretiminden hiçte geri değildi)

Bu transferler ve tecrübe aktarımı, yurtdışında yüksek lisans ve doktora yapan deniz subayı mühendislerimizin becerileri birleşince 21. yüzyıl başındaki teknolojik sıçrama mümkün olabildi.

Akdeniz’de Kocatepe’nin batması esnasında yaşanan hava savunma zafiyetinin giderilmesi için ek uçaksavar toplara ihtiyaç duyuldu. Bu toplara ekonomik bir atış kontrol sistem arayışı, üretime katkıda bulunma imkanını bekleyen yetenekli  genç denizci mühendis ve teknisyen subaylara istenen özelliklerde bir sistemin geliştirilmesine olanak sağladı.

Böylece şimdilerin  Armerkom (Araştırma Merkezi Komutanlığının) başlangıcı sayılan Gölcük Tersanesi Proje Geliştirme Baş Mühendisliğinde Sapan  Atış Kontrol Sisteminin ulusal olanaklarla geliştirilmesine başlandı. Ark Milgem bu sürecin kazancı oldu.

Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası mahkum olduğumuz ABD ambargosunun en önemli sonuçlarından birisi de Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfının ve bu vakıf  altında kurulan ASELSAN,  ROKETSAN ve HAVELSAN  gibi milli savunma sanayi firmalarının kuruluşunu ateşlemiş olmasıdır. Bugün bu firmalar dünyanın önde gelen firmaları arasındadır.

Sonuç olarak; Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında yaşananlar Milli Savunma Sanayi’nin gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Lakin bu harekattan çıkarılacak en büyük ders ; milli bir dava uğruna Türk Milleti’nin çelik bir irade ile kenetlenmesi ve gerektiğinde ekonomik zorluklara katlanabilecek toplumsal dayanışmayı göstermiş olmasıdır.

İlerle Türk milleti bu zalimler ordusuna karşı muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Vesselam.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir