Mehteran Bölüğü ve Askeri Stratejik Önemi

Mehteran Bölüğü

Günümüzde Genelkurmay’a bağlı askeri bir bandodur. Adından da anlaşılacağı gibi bir bölüktür. Merkezi istanbul Harbiye’dedir. Askeri Müze bünyesinde, pazartesi ve salı günleri hariç, haftanın her günü 15:00 ile 16:00 arasında konser vermektedir.

Mehter veya mehteran, Osmanlı Yeniçeri Askerî Bandosu. Dünyanın en eski askerî bandolarından birisidir. Farsçadaki “mihter” kelimesinden türemiştir. İslamiyetten önceki Türk devletlerinde, küçük değişikliklerle yer almıştır.

Tarihçesi

II. Mahmut’un tahta çıktığı yıl olan 1808 senesi ile Musika-i Hümayun’un kurulduğu 1826 yılları arasında askeri musiki yapma görevini mehterhane üstlenmekteydi. Mehterin teşkilatlanması daha evvelki dönemlerden farklı değildi. Mehterbaşı ve ona bağlı mehterhane neferleri ve şehir içinde konuşlanmış çeşitli mehter bölüklerinden kurulu olan teşkilatlanma düzeni devam etmekteydi.

Bu sistem Musika kurulduktan sonra da devam etti, Musika-i Hümayun ve ona bağlı Alay musikaları şeklini aldı. Çok sayıda katılımcının bulunduğu Rikap Töreni, Cülus ve Biat Töreni, Muayede Töreni, Cuma Selamlığı gibi merasimlerde ve çeşitli şenliklerde sürekli olarak icray-ı sanat yapmakta idi. Hafız Hızır İlyas Efendi Şehzade Süleyman’ın doğumu sebebi ile yapılan törenlerde Mehterhane-i Hümayun’un icra-yı sanat yapamaktaydı.

Mehterhane, Mehter Takımı, Mehteran Bölüğü MEHTER MARŞI Askeri Müze Mehteri Bando Osmanlı Marş

II. Mahmut döneminde şehir içinde bulunan nevbethanelerde görevlerine devam etmekte idi. Doğrudan doğruya mehter başına bağlı olan bu kurumlar Hazine-i Amireden ödenekler alıyor ve devlet tarafından desteklenen bu müzik kurumları tüm İstanbul şehri genelinde yaygın bir müzik kültürü oluşmasını sağlıyor

Bu nevbethanelerde bulunan enstrümanların tamiri de yine hazine tarafından karşılanıyordu. Aşağıda sunduğumuz bu belge İstanbul nevbethanelerine senelik olarak verilen “kös” yenileme harcırahını gösterir niteliktedir:

Mehterhanelere eleman temini de önceki dönemlerde mu’tad olan yöntemlerle yapılıyordu. Taşra mehterlerinden kabiliyetleri olan gençler Seferli Odası’na alınıyor burada ve mehterhanenin şakirt sınıfında belirli bir süre eğitim aldıktan sonra mehterhanede göreve başlıyordu.

Mehter Hane

Mehterhane, Mehter Takımı, Mehteran Bölüğü MEHTER MARŞI Askeri Müze Mehteri Bando Osmanlı Marş

Musika-yı Hümayun’un kuruluşuna kadar görevine, diğer dönemlerde olan şekli ile devam etti. Yeniçeri ocağının kaldırılmasının ardından yerini Musika-yı Hümayun’a bıraktı, yapılan askeri müziğinin mahiyeti değişmekle beraber icra alanları aynı kaldı.

Lakin Mehterhanen’in Musikayı Hümayun’un kurulmasıyla beraber, tamamen ortadan kalktığını söylemek yanlış olur. Özellikle taşrada bulunan bazı mehterhaneler, 1830’ların sonlarına kadar görevlerine devam etmiştir. Musika-i Hümayun’un kurulduğu ilk yıllarda İstanbul’da halen paşalara ait mehter takımlarının icra-yı sanat yaptıklarını göstermektedir.

Mehterhanenin tam olarak lağv edilmesi 1830’ların sonlarına kadar sürmüş ve mehterhaneler tamamen lağv edildikten sonra mehterler başka mevkilerde görevlendirilmiştir. Tespit ettiğimiz 1254 tarihli bir belgede Bab-ıali mehteranının elemanlarının odacı olarak görevlendirilmesi konu edilmektedir.

Mehterhane, Mehter Takımı, Mehteran Bölüğü Askeri Müze Mehteri Bando Osmanlı Marşları

Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının (1826) ardından yerine kurulan ordu için yeni bir Askeri Müzik Bandosu bölüğüne ihtiyaç duyulmuş ve Musika-i Hümayun (Mızıka-ı Humayun) kurulmuştur. Çalışmalara 1827 yılında, müzisyen ihtiyacını karşılamak amacı ile Enderun’dan yetenekli gençlere batı çalgıları öğretilmesiyle başlanmıştır.

Bu eğitim önce Türk hocalar tarafından verilmeye çalışılmış ancak müspet sonuçlar alınamaması üzerine bandonun eğitmenlik ve şeflik görevine Fransız Mösyö Mangeul getirilmiştir. Sonra ise Donizetti Paşa’nın Mızıkayı Humayun (Musika-i Hümayun) başına getirilmiş ve çok büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

Kullanılan Sazlar

1-Zurna   

kaba zurna

Osmanlı mehter takımlarında iki çeşit zurna görülmektedir. Bunlardan birincisi Osmanlı ve Kırım mehterlerinde çalınan “kaba zurna” adı ile anılan türüdür. Bu tür, daha kalın sesli ve daha büyüktür. Diğer türü olan “cura-zurna” ise ince sesli olanıdır. Cura-zurna, davul ve nakkare eşliği ile çalınan bir sazdır. Mehter takımlarında zurna çalanlara “zurnazen”, zurnezenlerin başına ise “ser surnazenân”, “ser surnazen”, “ser zunaî”, veya “ser zurna” adları ile hitap edildiği bilinmektedir. Zurnezenlerin başı aynı zamanda mehter takımının mehterbaşı

ağasıdır. Zurnazenler er rütbesindedirler. Türk musiki sazları arasında en yüksek icra sanatına elverişli bu sazın, zurnazenbaşı İbrahim ağa ve Edirneli Dağı Ahmet Çelebi gibi isimleri günümüze dek ulaşan çok değerli virtüözleri yetiştirdiği bilinmektedir.

 

2-Boru                      

boru

Boru, zurna ile beraber mehter takımında nefesli sazlar bölümünde yer almaktadır. Boru, mehter musiki eserlerinde kendi sitilini hissettirdiği halde zurnanın yanında ikinci planda kalmıştır. Türk Hükümdarı Alp Arslan’ın icat ettiğinin rivayet olunduğundan bahsedilmektedir. Ayrıca, Türklerin XII. yüzyılda kullandıkları borulara “Nay-i Türki” adının verildiği bilinmektedir. Mehter takımlarında boru çalanların oluşturduğu mehteranlara “boruzen”, bölükbaşı görevinde olan kişiye ise borucubaşı ağa denilmektedir. Borucubaşı ağa

subay rütbesinde, boruzenler ise er rütbesini taşımaktadırlar.

 

B)    Vurmalı

 1-Kös

kös

Vurmalı sazlar grubuna giren kös, günümüz mehter takımlarında da kullanılmaya devam etmektedir. Mehter takımlarında çift olarak kullanılan kösleri çalan mehterana “közsen” veya “kusi” adı verilmektedir. Kösler, madeni kısmı bakırdan yapılmış büyük bir kâse görünümün de olup geçmiş tarihler de üzeri deve, fil veya aslan derisi ile gerildiği bilinmektedir.

Kösler etki ve ifade yönünden mehterin en güçlü sazı olmuşlardır. Çıkardıkları güçlü sesler ile savaşlarda düşmanın moral gücü üzerinde zayıflatıcı bir etki yaptıkları bilinmektedir. Bu kösler daima sancakla beraber taşınmışlar sancağın gitmediği veya bulunmadığı yere kösler götürülmemişlerdir.

 

       2-Davul  

davul

Davul gerek Türklerin gerekse mehterhanelerin kullandığı vurmalı sazların en eskilerinden biri olarak bilinmektedir. Davul; ağaç, deri ve kaytan olarak üç bölümden oluşmaktadır. Silindir şeklindeki kasnağın her iki yanına gerilmiş olan derilerden ve omuza asmaya yarayan

kaytan adı verilen kayıştan meydana gelmiştir. Ayrıca davulu çalabilmek için tokmak ve ince değnek kullanılmaktadır. Davul, Türk geleneklerinde düğün, sahur, cirit oyunu, at yarışı, güreş, bayram v.b. gibi alanlarda uzun yıllar boyu kullanılmış ve hala kullanılmaktadır. Diğer taraftan davul; müjde, güvenlik, savaş, yangın v.b. amaçlı da kullanılmış, kullanıldıkları amaçlara uygun adlarla anılmışlardır. Örneğin, bir kale fethedildiği ve zafer kazanıldığı zaman ”tabl-ı beşaret” ya da “müjde davulu”, savaş esnasında gece karanlığı bastırınca askerlerin birbirlerinden uzaklaşmaması için “tab-ı asayiş”, savaşın başladığını haber veren

davula “cenk tabl-ı”, ayrıca biten her savaştan sonra divan toplantısını haber vermek için “cenk-i harbi” davulu çalındığı bilinmektedir.

       3-Nakkare

nakkare

Mehterin vurmalı sazlarından biri olan nakkare “kudüm” veya “çifte nara” olarak da adlandırılmaktadır. Nakkarelerin tekkelerde çalınan türüne “kudüm”, esnaf mehterlerince çalınan türüne ise “çifte nara” adı verilmektedir. derinliği 10cm, çapı 25-30cm civarında iki bakır kâseden oluşmaktadır. Birbirlerine ip veya deri ile bağlı olan bu kâselerin üstü deri ile gerilmiştir.Nakkareler bir veya iki değnekle vurularak çalınırlar. Bu vurmalı sazın çift olanı olduğu gibi tek olanı da vardır. Nakkarelerin  sesine ahenk verebilmek için iki kâseden biri daha küçük yapılmıştır. Nakkarelerin büyük olan kâsesi sağ elle, küçük olan kâsesi hem sağ hem sol elle çalınabilmektedir. Çalış usulü olarak sağ elle “düm”ler, sol elle “tek”ler, “düme ve tek”ler ise sağ ve sol el kullanılarak çalındığı bilinmektedir. nakkareler günümüz mehterlerinde sol kol ile omuz arasında tutulmak suretiyle çalınmaktadır. Eski mehteranların nakkareleri çalarken bağdaş kurarak oturdukları bilinmektedir. Nakkare çalan mehteranlara “nakkarezen” ya da “ser nakkarezen” adı verilmektedir. Nakkarezenler görevleri gereği erlik rütbesi taşırlar. Nakkarezenlere şeflik yapan bölükbaşı, subay rütbesine sahip olup “nakkarezenbaşı ağa” olarak adlandırılır.

 

 C)    Ziller ve Çıngıraklar

 

1-      Ziller

zil

“Çenk”, “cenk”, “zenc”, “sanc” ve “zenç” gibi adlarla da anılan ziller, eski tarihlerde dövme bakırdan yapıldıkları bilinmektedir. Henry George Farmer zilleri ritim ve tınlama için birbirine vurulan iki bakır (pirinç, bronz) diskten oluşan savaşla ilgili çalgı türü olarak tarif etmiştir. Günümüzde ise genellikle bakır ve kalay karışımından yapılmaktadırlar. Bazı kaynaklarda zilin yapımında pirinç ve bir miktar altının kullanıldığına da dikkat çekilmiştir. Türk musikisinde bir usul vurma aleti olan ziller, çift olarak kullanılmaktadır. Zil çalan mehterhanlara “zilzen” veya “ser zinciri”, zilzenlerin başına ise “zilcibaşı ağa” adıyla hitap edildiği, zilzenlerin er, zilcibaşı ağanın ise subay rütbesinde görev yaptıkları bilinmektedir. XVIII. yüzyıldan sonra zil, Avrupalılar tarafından da askeri bandolara alınmaya başlanmış, bu ziller birçok Avrupa ülkesinde hâlâ “Cimbales Turgues” adıyla anılmaktadırlar.

 

2-      Çevgenler

 çevgen

Mehter sazlarının ziller ve çıngıraklar bölümüne ait olan çevgenler, bazı kaynaklarda “çoğân”, bazı kaynaklarda ise “cevgen” olarak adlandırılırlar. Çevgenler yaklaşık bir metre uzunluğunda bir değneğin uç kısmına geçirilmiş hilâl şeklindeki bir taşıyıcının etrafına dizilmiş çıngıraklardan oluşturulmuşlardır. Osmanlılar zamanında çevgenlerin değnek kısmının gümüşten yapıldığına tanık olmaktayız. Çevgenleri, çıngırakların kendi sesleriyle, birbirlerine çarpmaları sonucu ortaya çıkan seslerin ahenkli buluşması olarak tarif etmek mümkündür. Bu mehter sazı sağ elle aşağı yukarı hareket ettirilmek sureti ile çalınmaktadır.

 

Genellikle başlama ve bitim işaretlerini vermek ve tempo tutmak amacı ile kullanılan çevgenleri çalan mehteranlara “zencirî” veya “zinciryân” bölükbaşlarına ise “ser zencirî” adı verilmiştir.

Mehter Görevlileri

 

 Mehterbaşı Ağa

12

Mehterbaşı, mehterhanenin bugünkü tanımıyla orkestra şefi ve müzik eğitiminden, mehterhaneye alınan yeni elemanların eğitilmesine kadar, bir şefin görevli olduğu her şeyden sorumluydu. Mehterbaşı olabilmek için mehter sazlarından bir tanesini çok iyi çalmak yeterliydi. Mehterbaşı, Osmanlı İmparatorluğundaki resmi ve resmi olmayan bütün mehter takımlarından sorumluydu. İşini aksatanların görevine son vermekten, vefat edenlerin yerine yapılacak atamalara kadar karar verme yetkisine sahipti. Bu kararları emir-i aleme bildirir ve bunun vasıtası ile gereğini yapardı. Mehterbaşı ağası mehter müziğinin icrası için konser alanına geldiği zaman yere eğilerek selam verir, vezir iç oğlan çavuşu diye tabir edilen mehteranla, hilal biçiminde konser düzeni almış olan mehter takımının ortasındaki yerini alır, felik adı verilen bir asa ile mehter takımını yönetirdi. Mehterbaşının sırtına kırmızı kaput veya çuhadan dikilmiş cübbe giydiği, başına pamuklu kumaştan yapılan ve etrafına sarık dolanan kırmızı kavuk taktığı ve altına kırmızı çuha şalvar ile sarı içliğin üzerine de kuşak sardığı bilinmektedir. Ayrıca mehterbaşının yemenisi sarı renkte olup, günümüz mehterbaşının yemenisi de aynı renktedir.

  

 Çorbacıbaşı

 

Mehterin idari anlamda sorumlusudur. Yürüyüşlerde en önde yürür. Mehteran bölüğünün genel komutanıdır.

 

 

Zurnazenler

 KABU ZURNA

Başlarına mor kavuk, üzerine bir diğer adı sarık olan beyaz “destar” takan zurnazenler, beyaz entarilerinin belinine ise kuşak bağladıkları bilinmektedir.  Ayrıca, kırmızı şalvar, sarı yemeni (ayakkabı) ve kırmızı biniş (cübbe) ile kıyafetlerini tamamlamaktadırlar.

 

Boruzenler, Zilzenler, Tabılzenler, Nakkarezenler ve Davulzenler:

6   8  5 DAVULZEN

Başlarına yeşil renkli destarlı kavuk, sırtlarına mor, lâcivert veya siyah düz, ince, tüysüz ve sık dokunmuş bir kumaş cinsi olan çuhadan biniş, ince kumaştan bir çeşit erkek şalvarı olan al renkli “çakşır”, som çubuklu entari, ayaklarına kırmızı renkli yemeni giydikleri görülmektedir.

 

Çevgâniler

9

Çevgânilerin, kolları ve bedeni bol bir cübbe diğer adıyla kırmızı renkte “biniş”, kavuk ve şalvar, sarı renkte üç etek entari ve bir çeşit hafif ve kaba ayakkabı olan sarı “yemeni” giydikleri bilinmektedir.

 

Köszenbaşı

10

Köszenbaşının başına kırmızı kavuk giyip, beyaz destar (sarık) sardığı, kırmızı kaftan, uzun mavi kuşak, içine yakasız uzun kollu erkek gömleği diğer adıyla “mintan”, bacaklarına kırmızı “şalvar”, ayaklarına sarı yemeni ve kırmızı biniş (cübbe) giydiğini görüyoruz.

 

Zırh

11

 

Sancaklar ve Tuğ

sancaklar TUĞ  ALSANCAK

Orduya Moral Yüklemesi ve Savaşın Seyrini Etkilemesi

Mehter musikisi, Avrupalı bestecilere ilham kaynağı oldu. Wagner, “İşte musiki buna derler” demekten kendisini alamadı. Biz ise bu ihtişamlı müesseseyi, iki defa kapatıp, iki defa yeniden açtık.

Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad, Osman Gâzi’ye 1289’da beylik alâmeti olarak sancak ile beraber davul ve tuğ göndermişti. Bando, hükümdarlık alâmetlerindendir. Sulh zamanında halkın maneviyatını ayakta tutmak; seferde ise askeri yüreklendirmek ve düşmanın moralini bozmak fonksiyonunu yerine getirir. Kaşgarlı Mahmud’a bakılırsa, Türkistan hükümdarları nezdinde kös, davul, zurna ve zil bulunan bir mızıka vardı. Osmanlılar zamanında mehter adı verilen mızıka takımı, sulhta saray, seferde otağ-ı hümayun (padişah çadırı) önünde nevbet vurur (konser verir); padişah da Selçuklu Sultanı’na hürmeten ayakta dinlerdi. Sultan Fatih, “İki yüz sene evvel vefat etmiş bir padişah için ayağa kalkmak lüzumsuzdur” diyerek bu âdeti kaldırdı.

İki sadrazam çıkardı

Mehterhâne, saraya bağlı bir ocak ve koğuşları da Topkapı Sarayı yanında meşkhâne denilen yerde idi. Sultan I. Ahmed, Sultanahmed’de şimdi tapu dairesi olan yeri mehtere tahsis etti. Mevcutları 150-200 efradı bulurdu. Türkler rağbet etmediği için, ekserisi yeni devşirilmiş acemî oğlanlarından veya muhtedi Rum ya da Ermenilerden olurdu. Sultan IV. Murad’ın meşhur nedimi Melek Musa Çelebi, mehter mensubu ve Ermeni muhtedisi idi. Saray müezzinleri de umumiyetle mehter içinden gelirdi.

Mehter-i Hâkânî veya hassa mehterleri denilen padişah mehterleri her ikindi namazını müteakip Bâbüsselâm, (sarayın orta kapısı) önünde nevbet vururdu, yani konser verirdi. Cuma gecesi hariç her gece yatsıdan sonra üç fasıl ve sabah vakti saraylıları namaza kaldırmak üzere üç fasıl nevbet vurmak, Sultan Fatih kanunu idi. Ayrıca bayram ve Cuma namazından sonra nevbet vurulurdu. Saray düğünleri ve doğumlarında, arefe divanlarında, elçi kabulünde, vezir ve vâli tayin merasimlerinde, kılıç alaylarında ve zafer haberi ulaştığında da nevbet vurulurdu. İstanbul’un muhtelif semtlerinde, ayrıca başka şehir kalelerinde mehter vururdu. Mehterin esas işi, seferdedir. Cenk meydanında, askerî yüreklendirmek için muazzam ordu mehteri çalınıp gülbank çekilirdi (dua edilirdi). Mehterin sedası, top ve tüfek velvelesiyle birleşince yer ve gök inlerdi.

Bir kat mehter takımı 1 tabl (davul), 1 zurna, 1 nekkâre (çiftenâre), 1 boru ve 1 zil olmak üzere beş sazdan müteşekkildir. Nekkâre, birbirine bağlı tek yüzlü küçük davullardır, kendilerine mahsus çubuklarla çalınır. Süvari sınıfında, emirleri boru yerine bununla vermek âdettir. Zil, birbirine vurularak çalınan iki büyük zilden ibarettir. Çevgân, ucuna küçük zil, çıngırak ve zincirler bağlanmış sopa şeklinde bir çalgıdır; nevbet vurulurken çevgânîler ellerinde dik tuttukları çevgânları sağa sola ve yukarı aşağı sallar ve “ala hey, ala hey” diye tempo tutarlar. Bu sazları çalanlara da Farsça çalan manasına –zen eki kullanılarak tablzen, zurnazen, nakkârezen, boruzen ve zilzen adı verilir. XVIII. asır sonunda çevgân eklenmiştir.

Mehter, 3, 7, 9 ve 12 kat olmak üzere tertiplenmiştir. Mehter-i Hakanî (Padişah mehteri) 12 katlıdır, yani her âletten 12 tane çalınır ki takriben 90 kişiliktir. Seferde iki misline çıkar. Sadrazamın 9, diğer devlet ricalininki 7 veya 3 katlıdır. Şeyhülislâmın mehteri yoktur; ancak gülbank okuyan çevgenleri vardır. Sultan Selim, Çaldıran Seferi’nde düşman ordusundaki filleri ürkütmek üzere mehtere kös ilâve etmiştir. Kös yalnız padişah mehterinde vardır. Kös vururken, efrad “Yektir Allah!” diye bağırır. Sefere giderken atlara, fillere veya develere yüklenir. Her çalgı sınıf bir bölük teşkil eder. Alemdarlar ve talebeler de ayrı birer bölüktür. Talebeler, saray akademisi olan Enderun mektebinden yetişir. Bunlar çalıcı mehter (tablü âlem mehteri, yeniçeri mehteri) diye de bilinen resmî mehter takımıdır. Esnaf mehteri denilen, sivil mehterler de vardır. Ekseri para ile tutulmuş Çingene müzisyenlerden teşekkül eder. Bunlar halk cemiyetlerinde eğlence için çalgı çalar; ama harb zamanında mehterbaşının riyasetinde sefere iştirak eder

Nevbet vurulacağı zaman mehter yarım ay şeklini alırdı. İsmi de buradan gelir. Meh-ter, yeni ay demektir. Mehterân, bu kelimenin çokluk hâlidir. Mehterhâne ve Tablhâne tabirleri de kullanılır. Mehter takımı ayakta durur; yalnız nakkâreciler bağdaş kurup yere oturur. Peşrevler, besteler, yürük semailer çalınır, şarkı çalınmaz. Elçi Peşrevi, Hünkâr Peşrevi, At Peşrevi, Sancak Peşrevi, Kadırga Peşrevi, Ceng-i Harbî gibi havalar meşhurdur. Marş şeklinde eser o devirde yoktur. Meydana evvelâ nekkâreci gelir ve içoğlan çavuşu mehterbaşını davet eder. Nekkâre sedaları esnasında mehterbaşı gelip takımı selamladıktan sonra, önce peşrev, sonra bu makamda ağır ve hareketli havalar çalınır. Arada taksim ile başka makama geçilip bu makamda hareketli eserler seslendirildikten sonra dua edilir ve mehter çekilir.

Mehter takımının kendine mahsus yürüyüşü vardır. Şimdiki “Bir, ki, üç, sol!” temposu yerine, “Kerim Allah, Rahim Allah” diye ağır adımlarla yürür; üç adımda bir durup, yarım sağa ve sola döner. Osmanlı temkin ve vakarının bir ifadesidir. Hâkimiyet alâmeti olduğundan mehtere ve mehterbaşına ehemmiyet verilirdi. Sultan IV. Murad zamanındaki bir ordu geçit merasiminde, mimarbaşı ile mehterbaşı arasında protokol ihtilafı olmuş, padişah ehemmiyetine binaen mehterin mimarlardan önce geçmesine karar vermişti. Mehterhâne iki de sadrazam çıkarmıştır: Zurnazen Mustafa Paşa ve Daltaban Mustafa Paşa, mehterden yetişmiştir. Ekmeğin okkası 9, etinki 10 paraya satıldığı bir zamanda (XVIII. asır sonları), mehterbaşına 140, saz başlarına 60, sazcılara da 15 kuruş maaş verilirdi. (Bir kuruş, kırk paradır.) Mehter takımının kıyafeti de göz alıcıdır. Saz başları kırmızı çuha kaput ve çakşır ile sarı sahtiyan (keçi derisi) papuç, başında da beyaz tülbend sarılmış al kavuk giyer; efrad ise lacivert kaput, al çakşır, beyaz sarık sarılı yeşil kavuk ve kırmızı papuç giyerdi.

                            Mehter, İmparatorluk Devrinde İkinci Kuruluşundan Sonra

Budapeşte ve Viyana vasıtasıyla mehtere âşinâ olan Avrupalı bestecilerdan Mozart, Haydn, Gluck ve Beethowen, bu ilhamla Türk Marşları bestelemişlerdir. Wagner, mehter konserini dinledikten sonra heyecandan kendisini tutamayarak “İşte musiki buna derler” demiştir. Cumhuriyet devrinde dünyanın pek çok şehrinde verilen konserler fevkalade alaka çekmiş; gazeteler “Osmanlı Avrupa’yı fethetti” diye başlık atmışlardır.

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerine, bu ocağa duyulan nefret sebebiyle mehter de kaldırılarak yerine Avrupaî usulde Mızıka-i Hümâyun (askerî bando) kuruldu. 1911’de Ahmed Muhtar Paşa ve Celal Esad (Arseven) himmetiyle mehter Askerî Müze bünyesinde ihya edildi. Hatta Muhtar Paşa, “Gafil ne bilir” diye başlayan marşı besteledi. Takımın elbiseleri, Ârif Paşa’nın Osmanlı resmî kıyafetlerini anlatan kitabındaki resimlere göre tertiplendi ki bu kıyafetler XVIII. asra aittir. Yunan Harbi sırasında Bozüyük ve Maraş’da mahallî mehter takımları kuruldu ise de, ömrü kısa oldu.

      Mehter, Cumhuriyetin ilanını müteakip, Milli Müdafaa Vekili Bakanı Zekai Bey tarafından Osmanlı’yı hatırlattığı için tekrar lağvedildi. 1952’de Reisicumhur Celal Bayar, kralın cenazesine iştirak için gittiği Londra’da İskoç tarihî bandosuna hayran kaldı. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’a “Bizde de böyle bir şey kurulamaz mı?” dedi. Bunun üzerine dönüşte Nuri Yamut’un vazifelendirdiği tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı mehterin ihyasını teklif etti. Bu teklif kabul gördü. İstanbul Harbiye’deki Askerî Müze’de orduya bağlı olarak yeniden kuruldu. Mehterbaşılığa getirilen Cemal Cümbüş, “Tarihi çevir nal sesi kısrak sesi bunlar” marşını bestelemekle işe başladı. Mehter, Pazartesi, Salı hariç haftanın her günü nevbet vurmakta; merasimlere iştirak etmektedir. Son zamanlarda başka resmî ve sivil mehter takımları kurulmuştur.

 Osmanlı  İsmi Kaldırıldı

Mehter tekrar kurulduğu zaman, 1826’dan önceki parçaların çoğunun notası bulunamadı. Zamanın icabınca yeni marşlar bestelendi. Bugün çalınanların ekserisi bunlardır. Hücum Marşı, Amed Nesim-i Subh-Dem gibi parçalar eskidir. Sonradan eski bazı eserlere ulaşıldı. Ayrıca Mızıka-ı Hümayun için bestelenen marşlar da şimdi mehter repertuarındadır. Cumhuriyetten sonra eski marşlardaki bazı ifadeler değiştirildi. Askerlerin Hazır Silah diye başlayan Devlet Marşı’ndaki “Sultan Aziz” kelimesi, “Türk milleti”; Ordumuz Etti Yemin diye başlayan Ordu Marşı’ndaki “Osmanlı” kelimesi, “Şanlı Türk”; Sivastopol Önünde’deki “Arab Binbaşı” terkibi, “Yaman Binbaşı”; Artar Cihadla Şanımız marşındaki “Osmanlıyız” kelimesi, “Pek Şanlıyız”; İzzeddin Hümâî Bey’in meşhur “Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar” mısraı; “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”; “Yaşa Ey Şanlı Ordu Binler Yaşa” mısraı da “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” şeklinde değiştirildi.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir