GÜNDEM ÜLKEMİZİN İHTİYACI: SABIR, METÂNET SONUÇ: İMÂN, UMUT ve SEVGİ

Aziz dostlarım, içinde bulunduğumuz geçiş dönemini kısaca özetleyip çıkış yolunu sunmak isterim.

Bir memlekette, halkın sağlığı  (hakikâtte büyük devletine dayandığı) bütün mutluluk ve gücün temelinde yatar.

Ölçülü olabilme, aşırıya gitmeme halidir itidal. İtidalli insan, sükûnet ve yumuşaklığı esas alan bir zemin üzerinde yükselebilen insandır. Bu insan, çile ve musibetler karşısında veya şeytanın hilelerine karşı soğukkanlılığını koruyabilir.

İtidal üzere olmanın temeli sabırdır. Ancak sabırla donanırsa insan, bu konuda maharet kazanabilir, marifet gösterebilir. İnsan sabırla belki defalarca rafine olarak incelebilir ve katlanabilme, kadere razı olma, hatta karşılaştığı sıkıntılı işte hayrı görebilme becerisini elde edebilir. Olgunlaşır ve fazilete erer.

SABRETMEK; NELERE ve NİÇİN?

Sabır, hastalıklara, salgınlara, afetlere karşı gösterilip; zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caiz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir.

Sabır, bazı tembel kişileri kamufle eden bir kavram gibi gözükse de, aslında cesaretin zaruri bir unsurudur. Çünkü sabırda itidal muhafaza edilerek kolayca vazgeçmeme ve tahammül gösterebilme vardır. (Bugünlerde olduğu gibi. )Her türlü zorluğun merkezinde kişinin davasının bayraktarlığını yapmakta sebat etmesi için gerekli gücü sağlayan sabır erdemiyle kuşatılmadan cesur olunamaz.

İNANCIN NETİCESİ
Sabır, şeytanın, gizli veya aşikâr herhangi bir düşmanımızın bitmek bilmeyen taarruzları karşısında gerçek inançta, ibadette ve samimi düşüncelerimizde sebat etmek yolunda gösterdiğimiz bükülemez bir kararlılıktır. Bu kararlılık, Allah’a imanın esaslı bir cephesini yansıtır niteliktedir. Sabretmek hem imanın bir meyvesidir hem de insan sabrettikçe imanını kemâle erdirebilir. Çünkü bizler, her türlü olumsuz ve menfi durum karşısında duruşumuzu bozmadan metaneti koruyan bir milletiz.

Kâf Suresi 39. ayet, başkalarının bizi rahatsız eden sözlerine karşı, güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbimizi övgüyle anarak sabrımızı güçlendiririz.

Kendimize sabrı sürekli telkin etmemiz de belki yeterli değildir; işte bu noktada Rabbimizin, “Sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber ol; yani onlarla beraber bulunmaya sıtkı candan sabret.”

(Kehf Suresi 28. Ayet, emriyle karşılaşırız. Sabrı ve şükrü, duayı yapıp kanaat mülkünün hazinesi haline gelen Velilerin etrafında toplanmanın ve bir cemiyet halinde yaşamanın bir sebebi de bu ilahî birlik olmak emiridir.

“Kanaat mülkünün hazinesiyim Devleti taatım saburen şükür
Tüm yaratılmışların pür günahıyem Evrâdı ezkârım saburen şükür.”

                                                                                                                                (Dertli Baba)

SABIRDA DAYANIŞMA-YARDIMLAŞMA

Yüce Rabbimizin bir Esması da “es-Sabûr” dur. O sabrın sahibidir; takdirinin tecellisini sabırla bekleyendir. Aynı zamanda O, dilediğine de sabırla bekleme gücü verendir. Kullarına sabretme gücünü Allah veriyorsa, sabreden insan Allah ile birliktedir. (Bakara, 153).

 Bu  günlerde Ebu  Rüveym’in “Sabır, şikâyeti bırakmaktır.” ifadesi tam yerini bulmuştur.

Öyleyse bizler, kimden veya hangi hallerimizden (salgın, hastalık) kime şikâyet ediyoruz ki!

İmam-ı Gazalî rh.a., insanın acıya (afetlere) sabredip uğradığı felaketi gizlemesini ve bunu kimseye şikayet etmemesini, kişinin Allah’ı çok iyi tanımış olmasına bağlamaktadır. Tabi tedbiri alıp yakdiri Allah’a bırakarak tam tevekkül ile.

Sabredilen şey bakımından sabır üç çeşittir:

• Allah için yapılan ibadetlere karşı sabır,

• Günah işlememeye sabır,

• Allah’ın bizler için birer imtihanı olan üzücü olaylara karşı sabır.

Son madde tam da bu günlerimizi ifade etmektedir.

İlk ikisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işlerle ilgili sabırdır. Üçüncüsü ise kendi iradesi ve eylemi dışındaki olaylara sabırdır.

Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü fazlasıyla aşar. (Dünya genelindeki bu büyük salgın gibi) Böyle felaketler başa geldiği zaman, aşırı duygusal tepkilere kapılmadan ve şikâyet etmeden ilahî takdire razı olup sabretmek, (tıbbın yasak ve kurallarını ihlal etmeden) müminlerin en temel özelliklerinden biridir. Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de kullarına emrettiği sabr-ı cemili (Yusuf, 18), Rasulullah s.a.v. şikâyet edilmeyen sabır şeklinde açıklamışlardır.

Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hak sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir”

(Tirmizî) buyurmuştur. Bundan dolayı sabır, her faziletin üstünde bir değer taşımaktadır. Çünkü Rabbimizin korku, açlık, mallarımızdan, canlarımızdan ve ürünlerimizden eksiltmek gibi şeylerle bizi denemesine karşılık sabredebilmemiz, bizler için aynı zamanda başlı başına ilahî bir müjdedir. (Bakara, 155)

BIKKINLIK GÖSTERMEDEN METANETLİ DAVRANMAK
Sabır, kapıyı çalmak değil, beklemesini bilmektir. Sabır (tüm tedbirleri aldıktan sonra), metanet ve bekleyiş; birbirini bütünleyen üç kelime! Allah’ın kendisine sabır lütfettiği bir insan, hoşlanmadığı herhangi bir şeye Allah’ın çokça hayır koymuş olabileceğini (Nisa, 19) düşünür ve sonucunu metanetle beklemeye koyulur.

Ebu Ali ed-Dakkak k.s. Hazretleri, “Sabır Allah’ın takdirine itiraz etmemektir.” demiştir. Fakat yakınmadan, başına gelen belayı sadece söylemiş olmak sabra aykırı değildir. Yüce Allah “Ya Rabbi, bu dert bana dokundu!” (Enbiya, 88) diyerek derdini söyleyen Eyyüb Aleyhisselamı, “Gerçekten biz onu sabreden bir kul bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima bize başvururdu.” (Sâd, 44) buyurarak övmüştür.

PANİK YOK
Mümin bir kulda görülmesi beklenen gerçek sabır, kendisini derinden sarsacak acı bir olayla karşılaştığı ilk zamandaki tutum ve davranışlarında gösterdiği sabrıdır; ruhundaki sarsıntının etkilerine karşı tahammüllüdür. Kalbe hücum eden ilk duygular sırasında, itidalli davranılır ve sebat edilirse işte bu makbul olan ve Allah’ın mükâfat vaad ettiği sabırdır. Kişi musibet sebebiyle sevaba mazhar olmaz, zira musibet kendi elinde değildir. Ancak kişi musibet karşısındaki metanet ve güzel sabrı sebebiyle sevap kazanır.

Sabrın en makbulü, ilk şok (sadme) anındaki sabırdır. Nefse güç gelen, fakat sevabı çok olan sabır, musibet ateşinin hücum ettiği zamanda yapılan sabırdır. Zira bu, kalbin dayanıklılığını ve insanın sabır makamında durduğunu gösterir. Ama musibetin ateşi soğuduktan, ilk şoku geçtikten sonra herkes sabreder. Bundan dolayı akıllı insan, üç gün sonra ahmağın yapacağı işi, ilk andan itibaren yapmalıdır.

Kıymetli kardeşlerim, zaman ne kadar acımasız olsa da, geçmeye mâhkumdur. Ne dem bâki, ne gâm bâkidir. El hasıl, bu da geçer ya hû deyip güzel günleri bekleyelim.

Sağlıklı, birlik beraberlik içinde güzel günlerimiz olması dileğimle. Saygılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir