ENTELEKTÜEL ÜLKÜCÜ MÜ-ÜLKÜCÜ ENTELEKTÜEL Mİ?

Öncelikle bu iki kavramın açıklamasını yaptıktan sonra karşılaştırmasını yapabiliriz.

ENTELEKTÜEL

Entelektüel ya da aydın veya münevver, zekâsını ve analitik düşünme yetisini mesleği gereği ya da şahsî amaçlarına erişmekte kullanan kişi. Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intellectus (anlamak) sözcüğüne dayanır  ve günümüzde genellikle şu anlamlardan birinde kullanılır:

Kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişi.

Roterdamlı Erasmus, zamanının önde gelen entelektüellerinden biriydi.

Mesleği, mal ve hizmet üreten diğer meslek gruplarından farklı olarak, fikir ve bilgi üretmek ve/veya yaymak olan kişi (akademisyenler, bilim insanları ).

Kültür ve sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgisi birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan kişi.

Geçmişte tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi. Daha sonraları aydın sözcüğü “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse)” anlamında kullanılmaya başlandı.

İlk toplumlarda şefler, şamanlar, din adamları, filozoflar; düşünüş, bilgi ve kavrayış önderleri oldular. Ancak Rönesans’tan günümüze filozoflar, bilim insanları, sanatçılar, Ansiklopedistler bilgi ile toplumları değişime uğratabilmişlerdir. Buna rağmen ilk entelektüelden, Platon’dan Aristo’dan bu yana güneş altında yeni bir şey yoktur. Terim entelijensiya şeklinde geniş çapta fikir dünyası kişilerini tanımlamada kullanılmaktadır. 19. yüzyılda Rusya ve Polonya’daki önder  anlamı eskimiştir.

Entelektüel; yazı bulunmadan önce pagan toplumlarda bilinen bütün bilgilerin aktarıcısı konumundaki kişiler olarak ortaya çıkarlar. Genelde felsefi anlamda doğa/insan yabancılaşması süreci üzerine makro bazda bilgi birikimi olan kişilerdir. Burada dikkatten kaçmaması gereken “ulus” kavramının oluştuğu 1789 yılından yaklaşık bir yüz yıl öncesine kadar sadece hümanistik değer yargıları ve doğa bilimlerin ile güncel problemlerin çözümünde gereksinim duyulan her veriye üst düzeyde ulaşabilmek için yeterli beyin gelişimine sahip olan kişidir.

“Bütün düşünceleri ve ürettiği verilerde hiçbir ırk (etnisite) / grup veya tam doğru deyimle insan topluluğu kategorisi çıkarları doğrultusunda duruşu olmayan” olarak da tanımlanabilir.

Günümüzde, bütün dinler ve uluslar ile etnisiteler karşısında “seküler” (hepsine bilge insan kimliği ile eşit mesafede) duruşu olan her konuda “veri/bilgi” nin nerede olduğunu bilen ve süratle ulaşabilen bu kimliği ile ham bilgiyi uluslar üstü kullanılabilir veri haline getirip makro bazda insanlığın kullanımına açan kişidir.

Ulus ve “ulus devlet” kavramlarının ortaya çıkmasından sonra entelektüel tanımı ile aydın tanımı karıştırılmaya başlanmıştır. Aydın; genelde “kendine göre doğru savlar için bilgi/veri toplayan” kişidir ve bu bağlamda çok okumuş bir insandır. Bilgisini İnsanlık için değil güncel “ulus/etnisite” aidiyeti amaçlı kullanan kişidir.

Osmanlı’da ulemalar (âlimler) bilgiyi kuran, taşıyan, egemen hale getiren bir sınıftı. Cumhuriyet’te ise Türk aydınlanmasının aydınları ortaya çıktı. Fikir dünyasına ait bu tanım iki tip aydın üretti: Ruhban, gelenekçi entelektüel ve laik, yenilikçi entelektüel. Her ikisinde de İlk Çağ’dan kalma misyonculuk, yani cahil kitleyi bilgili etme tavrı görüldü. Kavramın öznesi Yeni Çağ’da bilginin bireyselleşmesi ve spekülatiften aksiyona geçmesiyle bir sınıfın, bir ideolojinin temsilcisi olarak yerleşti. Siyasi iktidarın karşısında oldu.

ÜLKÜCÜ(LÜK)

Adının kökenleri Ziya Gökalp’ın kullandığı “millî mefkure (ülkü)”‘ ve Nihal Atsız ve Türkçülerin kullandıkları “millî ülkü” terimlerine kadar uzanır. 1950-1953 yılları arasında Türk Milliyetçileri Derneği tarafından kullanılmıştır. Ülkü, kelime anlamı bakımından “ideal” demektir. Ülkücülük ise, “idealizm”in karşılığıdır.

ALPARSLAN TÜRKEŞ

Türk Ocağı bünyesinde yer alan ve Türkçülük akımını millî politika olarak yerleştirmek isteyen Atsız devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu’na Orhun dergisinde 1 Mart 1944’te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944’te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Mektupta devletin Atatürk zamanındaki Türkçülük ekseninden uzaklaştığını, yabancı etkilerin arttığını yazmaktadır. Sabahattin Ali, Nihal Atsız’ın fikirlerini tehlikeli görerek mahkemeye verir. 3 Mayıs 1944 günü Nihal Atsız ve arkadaşlarının tutuklanmasını protesto eden binlerce gençten oluşan büyük bir grup, Ankara adliyesinden Ulus meydanına kadar yürür. O devirde Nihal Atsız’ın yanına gelip gitmekte olan genç bir üsteğmen olan Alparslan Türkeş de tutuklananlar arasındadır.

TÜRKÇÜLÜK

1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) yöneticisi Alparslan Türkeş’in Atatürk’ün ilkelerini temel alan ve kapsayan görüşlerinin toplanarak yayımlandığı Dokuz Işık’ta komünizm, kapitalizm ve emperyalizm dışında Türk milletine uygun olan ulusal kalkınma modeli için “üçüncü yol” ve “ülkücü yol” terimleri kullanılmıştır.

1966 ve 1968’deki Senato seçimlerinde “Tek idealist parti” (idealist, “ülkücü”nün İngilizce’sidir) sloganı kullanıldı. CKMP’nin gençlik hareketi için kullanılan “milliyetçi toplumcu” sıfatının “nasyonal sosyalist”i çağrıştırmasından dolayı “ülkücü” sıfatı ön plana çıkmıştır. Çünkü savunulan görüş faşizme ve sosyalizme karşıydı ve bu isimle ilişkilendirilmek istenmiyordu.

Türk-İslam Ülküsü

CKMP partinin kitleselleşmesi için Türkeş de “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganını kullandığı gibi hareketin ideolojisini genişletmeye çalışmıştır. Seyyid Ahmet Arvasi ve Dündar Taşer gibi ideologların girişimleriyle “Türk-İslam Ülküsü” denilen şeklini almıştır. Türkeş, asker kökenli bir lider olarak Atatürkçülük konusunda tavizsiz idi. “Türk-İslam Ülküsü” fikrini şekillendirirken laiklik konusunda hassasiyetleri koruyarak Atatürk’ün Türk milliyetçiliği konusundaki fikirlerini ön plana çıkarmayı hedeflemişti. Ancak bunu yaparken Atatürk’ün açıkça savunduğu, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, ulus tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik değerlerine dayandıran milliyetperverlik anlayışı yerine daha Turancı bir yaklaşım yürütmüştür.

CKMP’nin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirildiği ve üç hilalli ambleminin kabul edildiği 1969 Adana Kongresi’nde Türkeş “ülkücü Türk gençleri, bozkurtlarım” diye hitap etmiş ve “ülkücü” söylemi yaygınlaşmaya başlamıştır.

Hüseyin Nihal Atsız kimdir, ne zaman öldü? Hüseyin Nihal ...

HÜSEYİN NİHAL ADSIZ

Ancak daha önce Ötüken dergisinde Türkeş ve CKMP’yi desteklemiş olan Hüseyin Nihal Atsız, bu kongrede MHP’nin Türkçülük fikriyatı ile bağdaşmadığını ve İslamcı bir görünüme kavuştuğunu “Sen git güvendiğin Araplara biat et!, Oy toplamak için Arap develere bin!” söylemleriyle eleştirmiş ve ardından parti kimliklerini bırakarak kongreden ayrılmışlardır.

1970’li yılların ikinci yarısında Ülkü Ocakları Derneği’nin faaliyetleriyle birlikte Seyyîd Ahmed Arvâsî’nin “Türk-İslam Ülküsü” fikri, özellikle taşralı dindar ve muhafazakâr gençleri örgütlenmek ve millî değerleri aşılamak için yararlı olmuştur. Bilhassa anti-komünist söylemler ve Sünnî-Hanefî kimlik, Anadolu’dan harekete katılımları hızlandırmıştır. Bu süre zarfında Necip Fazıl Kısakürek’in ülkücü gençlik mahfilleri üzerindeki etkisi büyüktür. Ülkücü dernek ve ocaklarda İslamî eğitim ve terbiye ağırlık kazanmaya başlamıştır.

12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra kapatılan MHP’nin yerine 1987’de kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin (MÇP) gençlik örgütlenmesinde yine “Türk-İslam Ülküsü” söylemleri kullanılmıştır. 1991 genel seçimlerinde MÇP Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakını kurduğunda “İnananlar Birleşti” sloganıyla ifade edilmiştir. Bu süreç de fazla uzun sürmemiş ve Milliyetçi Hareket Partisi tekrar meclisteki yerini almıştı.

BBP ve ayrılma süreci

MUHSİN YAZICIOĞLU

1991’de MHP’nin Doğru Yol Partisi (DYP)-Sosyal-demokrat Halkçı Parti (SHP) koalisyon hükûmetini desteklemesiyle Ülkücü Hareket içinde İslamcı düşüncelere sahip olan bir kısım ülkücü, yollarını ayırmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve “komünizm tehlikesinin” ortadan kalkmasıyla Ülkücü Hareket’in tabanına hitap etmek için Türkçü ve milliyetçi söylemlerine ağırlık vermesine uygun bir durum oluşmuştur. Hatta Alparslan Türkeş, MHP kongresinde yaptığı bir konuşmaya Nazım Hikmet’in bir şiirini eklemiş, bu durumu soran gazetecilere “milliyetçi sol gruplara uzatılan bir zeytin dalı” olarak ifade etmiştir.

1992 yılı Ülkücü Hareket için bir dönüm noktası olmuştur. Laiklikten hiçbir zaman sapmadığını ifade eden Ülkücü Hareket, kendi yayın organlarında “Müslümanlık bizim ideolojimiz değil, dinimizdir” tarzı yazıları görünmeye başladığı gibi İslamcılığa mesafeli davranmıştır. Özellikle 70’li yıllarda İslamcı ve Cihat muhtevâlı söylemler  terk edilmeye başlanmış, Atatürkçü rejime yakınlık duyulmaya başlanmıştır. Özellikle Devlet Bahçeli’den başlayarak parti içerisinde, ulusalcı-milliyetçi karakter mevzîlenmiştir. Atsız’ın ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ın tekrar anılmaya başlandığı gibi ideolojik açıdan da Türkçüleşme eğilimini göstermiştir. Fakat bunlara rağmen “Türklük bedenimiz İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.” sözleri Ülkücü camia için birleştirici bir slogan niteliği taşımaktaydı. Milliyetçi Hareket Partisi, bir yeniden doğuş hareketi içerisinde Türkeş’in belirlediği 9 Işık yolunda bir tüzük hazırlamış ve koşulsuz şartsız tüm parti mensuplarından tevazu beklemiştir.

https://pbs.twimg.com/profile_images/1163922647/db002_400x400.jpg

Dr. DEVLET BAHÇELİ

“Türk-İslam Ülküsü”ne daha İslamcı açıdan bakan, parti içerisinde “Hilâlciler” olarak tanınan, laikliğe sıcak bakmayanlar ayrılmış ve bunlardan eski Ülkü Ocakları genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, 1992 Temmuz’unda arkadaşlarıyla beraber, Ankara Dedeman Oteli’nde basına açık toplantılarında, partiden ayrıldıklarını bildirerek 1993 yılının Ocak ayında Büyük Birlik Partisi’ni kurmuştur. Yazıcıoğlu, Büyük Birlik Partisi ile gençleri örgütlemek için daha İslamî ve radikal görüşleri savunan Alperen Ocakları ve Nizam-ı Alem Ocakları gibi dernekler kurmuştur. Bu ocaklar da kendilerini ülkücü olarak tanımlamakla birlikte, Ülkü Ocakları ile fikir ayrılıkları mevcuttur. Fikir ayrılıklarının ana ekseni, İslamcılık temelli bir Türkçülük üzerinedir.

Milli Güvenlik Kurulu tarafından 1997’de ülkücü mafya bir tehdit olarak tanımlandı. Alınan önlemlerden sonra iç güvenliği tehdit edecek bir aşırı sağ terörü bulunmadığı gerekçesiyle Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin tehdit unsuru listesinden 2005 yılında çıkarıldı.

1997 yılında Alparslan Türkeş’in vefatı ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel başkanlığına Devlet Bahçeli seçilmiştir. Ülkücülük hâlen devam eden bir siyasi harekettir.

Yazımızın daha net anlaşılması için, sayın Semih Yalçın, “’Ülkücü hareketin şiddetle ilişkisinde bir problem var’ tezine ne dersiniz “ sorusuna ise “Bu da haksız bir önyargı. Ülkücü gençler artık sokaklarda değiller. O durum 80 öncesinde kaldı. Ülkü ocakları kültür ve irfan ocakları oldu. Entelektüel merkezler oldu artık” şeklindeki sözleri sanırız konuya tam açıklık getirmektedir.

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir